Lider Diktatörlüğü !
Günümüzde, siyasi partilerimiz en büyük koruyucusu ve sağlayıcısı olmaları gereken demokraside büyük bir kaos yaşamakta. Kimi temsil açısından defarlarca başarısız olduğu halde, ısrarla halkın desteğini almaktan (!) vazgeçmiyor, kimi ne kadar yıpranmış olduğu konusundaki düşünceler adeta açık arttırmaya çıkmış olmasına rağmen yapıştıkları koltuğu bırakmaktan kaçınıyor.
Demokrasiyi gerçek anlamda benimsemiş, bu konudaki sorunlarını atlatmış ülkelerde siyasete yön veren ve seçimlere katılan siyasal parti sayısı belliyken bizde ise tamamen bir kirlilik ve karmaşa, bu doğrultuda da büyük bir çekişme ve çıkar çatışması yaşanıyor.
Öte yandan da siyasetçilerimiz geçmişte karıştıkları yolsuzluklar, hırsızlıklar, yüz kızartıcı suçlar, veya ilerlemiş olan yaşlarına rağmen hala daha vazgeçmiyor, vazgeçemiyor ; hırs, makam ve mevki uğruna kendi partilerine zarar verdiklerini fark etmeden veya ettikleri halde görmezden gelerek karşımıza siyasi lider olarak çıkmaya devam ediyorlar.
AKP iktidarına hiçbir zaman alternatif olamayan ve bu gidişle başarısızlığı devam edecek olan CHP’nin lideri Deniz Baykal bu konuda en büyük sorumlulardan biridir. Kurultaylarda kendi atadıkları delegelerle tekrardan göreve seçilmeyi “isteniyorum” olarak algılayan, parti içindeki muhalefeti bastırarak koltukta kalmaya devam eden siyasetçiler, eleştirdikleri iktidarlar kadar sorumludur ve borçludur Türkiye’ye ve onun halkına karşı.
Baykal’ın seçim kaybettikten sonra genel başkanlıktan istifa etmesi ile, “geri dön” çağrılarına kayıtsız kalamaması ve parti içinde daha güçlü ve otoriter hale gelmesi, “beni siz istediniz” kozunu eline alarak uzun yıllar daha partiye hizmet etme fırsatını (!) yakalama taktiğini son olarak partilerinin kurultaylarının yaşandığı DP eski lideri Süleyman Soylu ve DSP eski lideri Zeki Sezer de uyguladı Her ne kadar başarısız olsalar da gözyaşlarıyla ayrılan Sezer ile, son seçimdeki oy oranını partisine yakıştıramayan Soylu bir anda tekrardan aday olarak ortaya çıktılar. Ancak onların kaybetmeleri demokrasimiz açısından bir kazanıma sebebiyet vermedi.
Yine yaşı almış başını yürümüş, “eski” bir siyasetçi olan Hüsamettin Cindoruk belki de en iyi aday olarak görünse de DP’nin başına geçti ve merkez sağı toparlama vaadinde bulundu. Bunun sağlanması Türkiye siyasetine yeni bir soluk ve istikrar sağlayabilir ancak perde arkasında Demirel-Çiller çekişmesi yaşandığının görülmesi, hala daha kendisine rol arayan, siyasete dönüş hedefleyerek makam talebinde bulunan, tatmin olamamış “büyüklerimiz” olduğunu gösteriyor !
DSP seçimlerinde ise, onursal başkan olup da parti içindeki görüşlerine saygı duyularak yine denge unsuru olması ve partinin çıkarına hareket etmesi gereken Rahşan Ecevit, hala daha partiye etkin biçimde karışarak siyasete müdahil olmaya çalışıyor. Solun birleşmesinde en önemli engellerden biri olan Rahşan hanımın bu tutumunu acaba yaşasaydı Bülent Ecevit ne kadar değiştirebilirdi. Türkiye’ye verdiği emekleri tartışılmaz olan Bülent Ecevit de maalesef siyasi çekişmeler içerisine çokça bulunmuştur.
MHP’de, parti tüzüğüne göre tekrardan seçilmesi mümkün olmayan Devlet Bahçeli, tüzükte değişikliğe giderek tekrardan koltuğa oturmayı hedefliyor. Bu durum ise fırsatçılığın boyutlarının nerelere vardığını göstermesi açısından önümüze konulmuş büyük bir komediden başka bir şey değildir.
Saadet Partisi’nde mevcut bir genel başkanı olmasına rağmen, bu isimden daha ön plana çıkmaya çalışan, kayıp trilyon davasından hüküm giyen ancak bu suçu ev hapsine dönüştürülen, daha sonra da yine hastalığı dolayısıyla affedilen Erbakan, bütün bu sağlık engellerine rağmen ilk olarak İran’a giderek, “taze” siyasi yaşamına hızlı bir giriş yaptı !
Görüldüğü gibi AKP iktidarına muhalefet ederken ona alternatif oluşturamayan siyasi partiler içerisindeki büyük çekişmeler yaşanmaya devam ediyor. Demokrasinin gereğinin ve artık kendi zamanlarının dolduğunun bilincine varamayan kocamış kişiliklerle, halkın kendilerine bir daha görev vermeyeceği açık olan liderlerin diktatörlere yaraşır huylarından vazgeçmeyecekleri, halkımızın ise aynı konuları konuşmaya uzun süre daha devam edeceği gelecek siyasetin nasıl şekilleneceği bilmecesinde en büyük ipucu gibi gözüküyor..!
Demokrasiyi gerçek anlamda benimsemiş, bu konudaki sorunlarını atlatmış ülkelerde siyasete yön veren ve seçimlere katılan siyasal parti sayısı belliyken bizde ise tamamen bir kirlilik ve karmaşa, bu doğrultuda da büyük bir çekişme ve çıkar çatışması yaşanıyor.
Öte yandan da siyasetçilerimiz geçmişte karıştıkları yolsuzluklar, hırsızlıklar, yüz kızartıcı suçlar, veya ilerlemiş olan yaşlarına rağmen hala daha vazgeçmiyor, vazgeçemiyor ; hırs, makam ve mevki uğruna kendi partilerine zarar verdiklerini fark etmeden veya ettikleri halde görmezden gelerek karşımıza siyasi lider olarak çıkmaya devam ediyorlar.
AKP iktidarına hiçbir zaman alternatif olamayan ve bu gidişle başarısızlığı devam edecek olan CHP’nin lideri Deniz Baykal bu konuda en büyük sorumlulardan biridir. Kurultaylarda kendi atadıkları delegelerle tekrardan göreve seçilmeyi “isteniyorum” olarak algılayan, parti içindeki muhalefeti bastırarak koltukta kalmaya devam eden siyasetçiler, eleştirdikleri iktidarlar kadar sorumludur ve borçludur Türkiye’ye ve onun halkına karşı.
Baykal’ın seçim kaybettikten sonra genel başkanlıktan istifa etmesi ile, “geri dön” çağrılarına kayıtsız kalamaması ve parti içinde daha güçlü ve otoriter hale gelmesi, “beni siz istediniz” kozunu eline alarak uzun yıllar daha partiye hizmet etme fırsatını (!) yakalama taktiğini son olarak partilerinin kurultaylarının yaşandığı DP eski lideri Süleyman Soylu ve DSP eski lideri Zeki Sezer de uyguladı Her ne kadar başarısız olsalar da gözyaşlarıyla ayrılan Sezer ile, son seçimdeki oy oranını partisine yakıştıramayan Soylu bir anda tekrardan aday olarak ortaya çıktılar. Ancak onların kaybetmeleri demokrasimiz açısından bir kazanıma sebebiyet vermedi.
Yine yaşı almış başını yürümüş, “eski” bir siyasetçi olan Hüsamettin Cindoruk belki de en iyi aday olarak görünse de DP’nin başına geçti ve merkez sağı toparlama vaadinde bulundu. Bunun sağlanması Türkiye siyasetine yeni bir soluk ve istikrar sağlayabilir ancak perde arkasında Demirel-Çiller çekişmesi yaşandığının görülmesi, hala daha kendisine rol arayan, siyasete dönüş hedefleyerek makam talebinde bulunan, tatmin olamamış “büyüklerimiz” olduğunu gösteriyor !
DSP seçimlerinde ise, onursal başkan olup da parti içindeki görüşlerine saygı duyularak yine denge unsuru olması ve partinin çıkarına hareket etmesi gereken Rahşan Ecevit, hala daha partiye etkin biçimde karışarak siyasete müdahil olmaya çalışıyor. Solun birleşmesinde en önemli engellerden biri olan Rahşan hanımın bu tutumunu acaba yaşasaydı Bülent Ecevit ne kadar değiştirebilirdi. Türkiye’ye verdiği emekleri tartışılmaz olan Bülent Ecevit de maalesef siyasi çekişmeler içerisine çokça bulunmuştur.
MHP’de, parti tüzüğüne göre tekrardan seçilmesi mümkün olmayan Devlet Bahçeli, tüzükte değişikliğe giderek tekrardan koltuğa oturmayı hedefliyor. Bu durum ise fırsatçılığın boyutlarının nerelere vardığını göstermesi açısından önümüze konulmuş büyük bir komediden başka bir şey değildir.
Saadet Partisi’nde mevcut bir genel başkanı olmasına rağmen, bu isimden daha ön plana çıkmaya çalışan, kayıp trilyon davasından hüküm giyen ancak bu suçu ev hapsine dönüştürülen, daha sonra da yine hastalığı dolayısıyla affedilen Erbakan, bütün bu sağlık engellerine rağmen ilk olarak İran’a giderek, “taze” siyasi yaşamına hızlı bir giriş yaptı !
Görüldüğü gibi AKP iktidarına muhalefet ederken ona alternatif oluşturamayan siyasi partiler içerisindeki büyük çekişmeler yaşanmaya devam ediyor. Demokrasinin gereğinin ve artık kendi zamanlarının dolduğunun bilincine varamayan kocamış kişiliklerle, halkın kendilerine bir daha görev vermeyeceği açık olan liderlerin diktatörlere yaraşır huylarından vazgeçmeyecekleri, halkımızın ise aynı konuları konuşmaya uzun süre daha devam edeceği gelecek siyasetin nasıl şekilleneceği bilmecesinde en büyük ipucu gibi gözüküyor..!
Yorumlar