Polis Terörü
Terör, kelime anlamı olarak korkutmak, yıldırmak ve gerilim yaratmaktır. Bu tanıma göre terör birçok konuya mazleme olabilmektedir. Ancak bu kavram, ülkemizde yalnızca bölücü örgütün yaptığı eylemler olarak algılanmaktadır. Oysa bugünlerde bölücü örgütün yarattığı terörü değil, devletin polisinin neden olduğu korku, panik ve dolayısıyla terörden konuşmaktayız.
Bugün sahip oldukları yetkilerle polisler, pervasızca ateş açarak masum insanların ölümüne sebep olmak, yayın dağıtan gençleri gerekçe göstermeksizin, haksız biçimde gözaltına almak, kötü muamele göstermek ve onları türlü işkencelerle hunharca katletmek, gibi insanlık suçlarından kolayca kurtulabilmektedirler.
Polisin sebep olduğu bu korku ve panik havası sebebiyle, insanlar sokaklarda gördükleri memurlardan korkmakta, hatta bu korku, kendilerine "güvenlik sebebiyle" yöneltilen sorulara karşılık, karşısındaki kişinin gerçek polis olup olmadığını anlayabilmek adına ona kimlik sormaktan çekinecek kadar ileri boyutlara varmıştır. Öyle ki, artık polisin bu "dokunulmazlığını" bilen şehir eşkıyaları polis kılığına girerek, müzikholleri basıp gözlerine kestirdikleri kadınları kaçırmaya başlamışlardır. Bütün bunlar polise verilen gereksiz ve "orantısız yetki"nin bir sonucudur.
1 Mayıs'larda ve diğer anlamlı günlerde taleplerini dile getirerek eylemlerini gerçekleştirmek isteyen gençlerin, işçilerin, emekçilerin, nasıl bir zihniyetle ve onun kabadayı tutumuyla karşılaştıklarını her sene görmekteyiz. Aslında devletin polise verdiği bu yetkilerin kontrgerilla faaliyetlerinin bir parçası olarak "dışlanan görüş" ve hükümet muhaliflerinin sindirilerek susturulması operasyonunun bir parçasıdır. ABD'nin emirleriyle zamanın pek vatansever(!) kişiliklerinin en büyük düşman olarak gördükleri devrimciliğin, sosyalizm düşüncesinin yok edilmesi, bu uğurda çabalayanların ortadan kaldırılmasının bir devamını bugünlerde yaşamaktayız.
Eleştiri ve çatlak ses kaldırmayan AKP iktidarı, gelebilecek küçük büyük herhangi bir tepkiyi bastırmaya yönelik tutumu ve bunun başında da polise verdiği olağanüstü yetkilerle demokratik bir hak olan "miting" kavramını alanlarımızdan ve belleklerimizden uzaklaştırmış, adeta bir ütopyaya dönüştürmüştür. Polisin verdiği ve vereceği tepkiler dolayısıyla da insanlarımız can derdinden hakkını arayamamakta taleplerini dile getirememektedir.
Demokrat geçinen ancak demokrasiyi yalnızca sandıktan ibaret gören siyasetçilerimiz, bütün dünyada hakların mücadele edilerek alındığını bildiklerinden, her hakkı sömürme politikalarından hiçbir ödün vermemek adına büyük bir dikdatörlük sistemini hayata geçirmiştir. Ancak bilinmelidir ki, her baskıcı yönetimin bir sonu vardır ve bu son da çok uzakta değildir.
Bugün sahip oldukları yetkilerle polisler, pervasızca ateş açarak masum insanların ölümüne sebep olmak, yayın dağıtan gençleri gerekçe göstermeksizin, haksız biçimde gözaltına almak, kötü muamele göstermek ve onları türlü işkencelerle hunharca katletmek, gibi insanlık suçlarından kolayca kurtulabilmektedirler.
Polisin sebep olduğu bu korku ve panik havası sebebiyle, insanlar sokaklarda gördükleri memurlardan korkmakta, hatta bu korku, kendilerine "güvenlik sebebiyle" yöneltilen sorulara karşılık, karşısındaki kişinin gerçek polis olup olmadığını anlayabilmek adına ona kimlik sormaktan çekinecek kadar ileri boyutlara varmıştır. Öyle ki, artık polisin bu "dokunulmazlığını" bilen şehir eşkıyaları polis kılığına girerek, müzikholleri basıp gözlerine kestirdikleri kadınları kaçırmaya başlamışlardır. Bütün bunlar polise verilen gereksiz ve "orantısız yetki"nin bir sonucudur.
1 Mayıs'larda ve diğer anlamlı günlerde taleplerini dile getirerek eylemlerini gerçekleştirmek isteyen gençlerin, işçilerin, emekçilerin, nasıl bir zihniyetle ve onun kabadayı tutumuyla karşılaştıklarını her sene görmekteyiz. Aslında devletin polise verdiği bu yetkilerin kontrgerilla faaliyetlerinin bir parçası olarak "dışlanan görüş" ve hükümet muhaliflerinin sindirilerek susturulması operasyonunun bir parçasıdır. ABD'nin emirleriyle zamanın pek vatansever(!) kişiliklerinin en büyük düşman olarak gördükleri devrimciliğin, sosyalizm düşüncesinin yok edilmesi, bu uğurda çabalayanların ortadan kaldırılmasının bir devamını bugünlerde yaşamaktayız.
Eleştiri ve çatlak ses kaldırmayan AKP iktidarı, gelebilecek küçük büyük herhangi bir tepkiyi bastırmaya yönelik tutumu ve bunun başında da polise verdiği olağanüstü yetkilerle demokratik bir hak olan "miting" kavramını alanlarımızdan ve belleklerimizden uzaklaştırmış, adeta bir ütopyaya dönüştürmüştür. Polisin verdiği ve vereceği tepkiler dolayısıyla da insanlarımız can derdinden hakkını arayamamakta taleplerini dile getirememektedir.
Demokrat geçinen ancak demokrasiyi yalnızca sandıktan ibaret gören siyasetçilerimiz, bütün dünyada hakların mücadele edilerek alındığını bildiklerinden, her hakkı sömürme politikalarından hiçbir ödün vermemek adına büyük bir dikdatörlük sistemini hayata geçirmiştir. Ancak bilinmelidir ki, her baskıcı yönetimin bir sonu vardır ve bu son da çok uzakta değildir.
Yorumlar