Bekle bizi İstanbul

Gündem nedir? Gündem insan, insanın ne kadar kaliteli yaşadığı ve hak ettiği koşullarda olduğunda. En azından gündemde tutmamız gereken budur diyebiliriz. Yaşamlarınızdaki sıkıntılardan sıyrılarak vardığınız yerlerde nefes alabiliyor musunuz? Bunu sağlayan veya engel olanlar mı var? Onlara karşı ne kadar kararlı durabiliyorsunuz? Nasıl bir şehirde yaşıyorsunuz örneğin? Mutlu musunuz? Nefes alabildiğinizi hissedebiliyor musunuz?

Sabah erken uyandınız ve hemen trafiğe koyuldunuz. Arabanız yok, toplu taşıma kullanıyorsunuz. Karınca sürüsü gibi her yer insan, alt alta üst üste, bir korkunç hengame. Binince oturmayı hayal edip yarışanlar, yer bulunca küçük mutluluklar yaşayanlar, balık istifi halde ayakta durmaya çalışanlar. Amiriniz sizi işe birkaç dakika bile geç kaldığınızda azarlıyor. Anlatamıyorsunuz ki derdinizi, “Ne kadar erken çıkarsam çıkayım fark etmiyor. Öyle yoğun ki metrobüse bir türlü binemiyorum!”

Bir de işe gitmek için kıta değiştirdiğiniz veya bir uçtan bir uca şehirlerarası seyahat eder gibi gittiğiniz veya en az 4-5 aktarma yapmanız gerekiyordur. O yüzden büyük zorluk ve fedakârlıklarla aldığınız bir arabanız vardır. Dünyanın hiçbir noktasında olmayan vergiler ve yüksek yakıt fiyatını da göğüslediniz. Biraz olsun rahatladım sanırsınız. O kalabalıkta adım adım gitmeye, gelmeye çalışmak, kimsenin yol vermeyip herkesin birbirini sıkıştırdığı, bir an önce bulunduğu yerden kurtulmaya baktığı, her yandan üzerinize kamyonların, otobüslerin fırladığı, öfke patlaması içinde birbirine bağıranlar, kavga edenler… İşe gidene kadar belki bir saatten fazla sinir ve stres içinde harcadınız, bütün enerjinizi ve ruh sağlığınızı zaten çoktan kaybettiniz!

Milyonlarca insan gibi bu zorlukta, kıt kanaat geçineceğiniz bir maaşınız var. Bütün gün çalıştınız. Belki gün boyu güneş alamadığınız, dışarı çıkıp nefeslenemediğiniz, havanın bile nasıl olduğunu bilmediğiniz bir ortamda eriyip gittiniz yine… Yorgunlukla çıktınız ve yine bir saatten fazla sürede eve geldiniz. Zaten akşam olmuş ancak atıştırıp televizyona bakacak, belki eşinize çocuğunuza günün nasıl geçtiğini isteksizce soracak ve ertesi sabah tekrar maratona çıkacaksınız.

İple çektiğiniz hafta sonu gelecek ve nereye gidelim derken öncelikle trafiği düşüneceksiniz. Yıllar olmuş değil boğaza, uzaklardan bir su birikintisi bile görmenin yeteceği, kendinizi deniz kenarına gitmiş gibi hissedeli. Zira sahiller parsellenmiş, deniz doldurularak tesisler, restoranlar açılmış, içinde oturabileceğiniz bir yeşil alan kalmamış, zaten toplu taşımada işkence çekerek saatler harcayacak, kolunuzu bacağınızı kapıdan zorlukla çıkararak inebileceksiniz. “Boş ver,” diyorsunuz “Şu yeni açılan AVM ne güne duruyor?” Tüm şehirde içeriye hapsedilmişsiniz haberiniz yok!

Belki aracınız var ama kendinizi şanslı hissetmeniz için hiçbir neden yok! Saatlerce trafiği çektikten sonra bir de arabayı park etme derdi var. Park yeri zaten yok, dört bir taraf metal yığınlarıyla işgal edilmiş, bırakın kaldırımları yollar bile iki yandan birer şerit park yeri haline getirilmiş. Bu sebepten trafik bile ilerlemiyor. Çıktığınıza çıkacağınıza pişman olmuşsunuz, huzurlu bir gün özlemi çoktan bitmiş. Bitse de kurtulsak diye bakıyorsunuz artık olaya.

Subjektif düşünceler mi? Tartışılır. O halde araştırmalardan elde edilen sonuçlara bakalım:

Geçtiğimiz gün Hürriyet Gazetesi’nde Merve Erdil’in “En yaşanabilir şehir hangisi?” haberi… Tüm dünyada önümüzdeki 35 yıl içinde 2.5 milyar insanın şehirlerde yaşayacağına dikkat çeken haber bu nedenle şehirlerin sürdürülebilir olması gerektiğini söylüyor. Peki, bir şehri yaşanabilir kılan unsurlar neler? Dünya Kaynakları Enstitüsü (WRI) Türkiye’den Ali Danış, “Yaşanabilir ve bir şehir öncelikle insanların çok fazla yolculuk yapmak ya da trafikte çok vakit geçirmek zorunda kalmadan istedikleri yere ulaşabildikleri şehirdir. Yaşanabilir bir şehir güvenli olmalı. Sokaklarda kaç çocuk var, kaç tanesi bisikletle geziyor, yalnız başına otobüse binebiliyor? Kaç tane yaşlı insan rahatlıkla kent içinde işlerini halledebiliyor? Genç bir ailenin gidip çalışmak, çocuğunu yetiştirmek isteyeceği şehir, yaşanabilir bir şehirdir,” diyor.

Aklınıza İstanbul’u getirmeye çalışın. Yok, bağdaşmadı değil mi? Trafik yoğunluğu ve yoldaki öfke bakımından dünyanın en kötü 3. şehri olan İstanbul’da insanlar Avrupa’nın en uzun yol kat eden ve yolda vakit geçiren şehri. Her gün trafiğe katılan araç sayısı, park ücretleri, yakıt maliyetleri, kaza ve ölümler açısından düşünüldüğünde nereye saklanacağımızı şaşıracak durumdayız.

Thomson Reuters Vakfı’nın yaptığı araştırmaya göre İstanbul kadınlar için en tehlikeli 10’uncu megakent. Nüfusu 10 milyonun üzerindeki 19 kentteki kadınlara yöneltilen sorulara göre en kötü şehir Mısır’ın başkenti Kahire. Ardından Pakistan’ın Karaçi, Kongo’nun Kinşasa ve Hindistan’ın Yeni Delhi şehirleri geliyor. Ortalamaya bakıldığında İstanbul kadınlar için en tehlikeli şehirler listesinde 10’uncu sıradayken, cinsel saldırılar ve taciz konularında ise en kötü 6. kent. Dünyanın en büyük 20 ekonomisine girme hayali varken, ne kadar da büyük bir trajedi öyle değil mi!
Yıpratılmış, sindirilmiş, kullanılmış ve her yanı darp edilmiş, harap olmuş bir şehir İstanbul. Kirli ellerin dokunuşuyla rengini yitirmiş, griye dönmüş, insanlarını ve vicdanını kaybetmiş. Sadece İstanbul da değil, bütün ülke neredeyse. Şehirleriniz yaşanmayacak durumda ise ne kadar başarılı, yüksek ekonomiye sahip olursanız olun, -ki öyle olmadığı da açık- medeniyetten nasibini almamışsınız demektir.
Biz bu tabloyu hak etmiyoruz ve sorumlusunun da şehri yıllardır yönetenlerin olduğunu söylemek sır değil! Şimdilerde insanların memnuniyetsizliklerinden mi dersiniz, siyasi kulisler sonucu mu bilinmez, yönetimlerde ‘ismen’ bir değişim gerçekleşiyor. Üstelik öyle veya böyle seçilerek gelen yöneticilerin, halkına herhangi bir doyurucu gerekçe bile ortaya koymaksızın. “Biz bu şehrin kıymetini bilmedik, biz bu şehre ihanet ettik, hala da ihanet ediyoruz,” itiraflarının bedeli ödenmeyecek mi? Kimseye hesap sorulmayacak mı?
Yine de görülüyor ki hiçbirimiz ve sahip olduğumuz hiçbir şey kalıcı değil. Kalıcı olan tek bir şey var, gençlerimizin yıllar önce söyledikleri gibi; “Siz yokken burada olan ağaçlar siz giderken de burada selam duracaklar.”
 
Berbat edilmiş şehirlerimizi yeniden yaşanılabilecek alanlara çevirmek abizim elimizde. Bugünden çalışmaya başlamak, kendimizi tanıtmak, anlatmak lazımdır. Şehirlerimizi çılgın projelerle donatarak değil, çılgınca severek yapabiliriz bunu… İnsanlara daha iyisini hak ettiğimizi söyleyerek… Bugüne kadar şehirlerin “işgal” edilen başkanlık koltuklarındaki haksızlıkları, yolsuzlukları simgesel bir isim değiştirme ile örtüp kaldıkları yerden istedikleri gibi devam edemeyecekler. Son gelişmelerin ardından ilk defa böylesine yakınız diyebiliriz.

O inançla ve Vedat Türkali’nin satırlarıyla; “Bekle zafer şarkılarıyla geçişimizi İstanbul / Sen bize layıksın biz de sana / Haramilerin saltanatını yıkacağız / Bekle o günler gelsin, gelsin İstanbul.” Ankara… Bursa…  

Yorumlar

Çok okunan

Adaleti düdüklemek!

Mirasın üzerinde tepinmek!

Hak Etmedik!