Beklentilerin karşılığı
Burada, bu köşede veya başka herhangi bir yerde, neden
yazıyoruz? Bizimki yine amatör bir ruh, belki henüz yeterince bilinçlenememiş,
tecrübe edilememiş fikirlerin yansımaları. Peki tarihin en büyük filozofları? Onlar
ne için uğraştılar, ne için ömür tükettiler?
Sanıyoruz ki insanların birbirlerine yaptığı uyarı ve
öneriler hep karşı tarafı küçümsemeye, yetersiz ve hor görmeye yönelik. Bu
yüzden sürekli tetikte, karşı saldırı için hazırlıktayız. Amacımız da asla altta
kalmamak hatta mümkünse tehlikeyi savuşturduktan sonra kendi mutlak hegemonyamızı
kurmak. Çünkü bu zamana kadar gördük ki güçlü insanlar eleştirilmezler,
yaptıklarının yanlış olduğu açıkça yüzlerine vurulmaz, sözle ezilmez, her
koşulda el üstünde tutulurlar. O halde insan da görüp düşünüyor ki güçlü olmanın
baş koşulu lafı üstüne laf söyletmemektir! İster kibir, ister kaba kuvvet,
ister başka yolla olsun ama en azından bizim coğrafyamızda böylesi duruma oldukça
fazla rastlarız.
İnsanların dışarı yansıttıkları hayat ile içinde
bulundukları arasında dağlar kadar fark var çünkü. Ne kadar eğlenceli, mutlu,
hayatlarından memnun görünürlerse o kadar iyi yapacaklarını düşünüyorlar.
Olumsuz gözükmemek adına da sorunlarını paylaşmaktan eskiye nazaran kaçınmakta,
olabildiğince sıkıntısız olduklarını ispat etme uğraşındalar. Rol yapmaktan
bahsediyoruz yani.
Bu aslında insanın kendi içine kapanmasına, sorunları, çelişkileri kendi iç dünyasında yaşamasına ve kabuğuna çekilip nihayetinde bencilleşmesine yol açıyor. Bencilleştikçe tahammülsüz, tahammülsüzleştikçe uzlaşmaz olmaya ve birbirine yabancılaşmaya başlıyorlar. Mümkünse bir kaşık suda boğacak kadar kindar, kıskanç ve düşmanlar kendi türlerine karşı. Herkes de bunun farkına vardığından işte dediğimiz gibi; en küçük çatlak sesi kendilerine yapılmış büyük bir hakaret gibi algılayıp savunmaya girişiyorlar.
Halbuki haksız çıkmak ayıp değildi, tam tersine farkına
varmak, veyahut karşı fikrin argümanlarını değerlendirmek ve hatasını kabul
edebilme olgunluğuna, empati kurabilme iradesine ulaşmanın anahtarı olacaktı.
Yani insan olmanın ayrıcalığı… Zira bizim tek farkımız buydu uçsuz bucaksız
evrenin algılayabildiğimiz kadarının kapsamındaki varlığımızın.
Biz de, avı için birbiriyle kavga edip güçlü olanın karnını doyurması gibi bir hayvanlar aleminde değilsek eğer, ki bu konuda şüphelerimiz oldukça sabittir; onların kendi cinslerine en azından bu kadar eziyet etmemesinin nedenini hele bir anlayabilirsek, işte o zaman insanoğlu zihinsel gelişimini tamamlamış olacak demektir.
Ancak güzel bir alıntı ile tamamlayabileceğimizi düşünüyorum
bu fikri;
“Karnı tokken yiyecek peşinde koşan tek canlı insandır.”
Yanlış anlamayın, Hollywood ürünü bir vecize değil sözünü ettiğimiz.
Bildiğimiz, yerli yapımı, yurdun malı Mandıra Filozofu.
Özetlersek;
Hayat, insanın beklentileri ve elde ettiklerinin bütünüdür
diyebiliriz. Beklentilerinizi elde etmediğiniz veya elde ettiklerinizin beklentilerinizi
karşılamadığı durumlarda ise amiyane tabirle, “Bir haltı beceremediniz
demektir.”
Öyleyse söyleyin dostlar, başkası için daha ne kadar
canınızı vereceksiniz? Ne kadar daha yine kendiniz tükeneceksiniz? Hayat
tecrübesi der ki; ne kadar kabul ederseniz, o kadar kaybedersiniz.
Kazanmak, hayatınızı başkası için değil, kendiniz ve kabul
edelim, elbette etrafınızdakiler için yaşamak mı istiyorsunuz? Reddedin, hayır
demeyi öğrenin…

Yorumlar