Fareler ve insancıklar



İnsanoğlunun, bir labirentin içine konulmuş farelerden farkı nedir? Bir yaratık ki dönüp dolaşıp aynı yere tıkıldığımız, arada bir havalandırmaya çıkarır gibi tatil izni verilen ve sonra yine aynı labirente, ‘kendi isteğiyle’ aynı peynirin peşinden koşmaya sürüklenen…

Yükselmek ve ileri gitmenin tek ülkü haline getirildiği anlamsız dizelerle başladığımız hayatın son raddesine kadar bir hengame, bir debdebe içerisinde geçen sözde mutlu olma yolundaki bomboş otoban.

Özünde hepimiz birilerinin daha fazla kazanması için çalışıyoruz. Evimize ekmek getirme, ailemizi geçindirme, büyük adam olma fikirleri güzel fakat bu ihtiraslar her birimizi kandırmak için önümüze ayrı ayrı konulmuş birer peynirden ibaret artık. Birbirimizi çiğ çiğ yemek üzereyiz. Aslında okullarda altımızdakini ezmek, üstümüzdekine yaltaklanmakla yükselebileceğimizi anlatmışlar satırlarca da biz anlamamışız.

Şaşırtıcı değil. Çünkü nasıl ki uygarlık tarihi insanlığın topluluklar haline gelerek birbirini kırıp dökmesinden ibaretse, yekten bir insanın hayatı da çekişmelerden, ayak kaydırma ve adam kayırmalardan geçilmeyen bir süreçten başka bir şey değil bugün. Hep daha fazla ve daha fazlasına sahip olmak için yaratılan hırs ve başkasını ezerek yükselmek için yaşatılan stres. Güzel makyajlanmış, fazlaca kalıplamış hastalıklı bir mesleki ve sosyal hayat. Bir arada yaşayıp da birbirine bu kadar eziyet eden başka bir canlı topluluk daha var mıdır?

Sırtına geçirdiğin takım elbise veya ayağına giydiğin ince topuklu ayakkabı ile kendini bir halt sanmaya başladıktan sonra senin gibi olmayanları ezmeye çalıştın sen de yıllarca. Restorandaki garsonu, kol gücüyle çalışan işçiyi, dolmuştaki şoförü… Küçümseyerek baktın, senin gibi olamadıkları, başarısızlıkları, tembellikleri veya beyinsizlikleri için yargıladın onları. Sana muhtaçtı ve sen ona istediğin gibi davranabilir, istediğin gibi emir verebilirdin. Ne de olsa sen başarmıştın, ondan büyüktün. Ne var ki fark etmediğin bir şey vardı. Birileri de senden daha zeki, daha çalışkan ve daha başarılıydı. Öyle olmasa da bir şekilde senden büyüklerdi ve senden daha üsttelerdi. Sen de onlara hizmet ediyordun. Onlar da aynı muameleyi sana yapma hakkı duyuyorlardı kendilerinde. İçinden her gün küfrediyor, her gün hınç dolu intikam planları yapıyordun.

Oysa sen de kendi altında gördüğüne aynı davranışları sergilediğinin farkında değildin. Belki de bilinçaltına yerleştiğinden ve işlerin böyle yürüdüğünü iyice bellediğindendi yaptığın davranış. İster istemez olmadığın bir adama dönüşüyordun ve iş giderek geri dönülemez boyuta geliyordu. Nihayetinde sen de “duvardaki bir tuğla”dan farksızdın ve etrafındaki dostların ve akrabaların dışında herkes artık senden nefret ediyordu. Arkadan atıp tutacaklar ve ne kadar lanet biri olarak geberip gittiğinden bahsedeceklerdi. Tıpkı geçip giden diğerleri gibi.


Dur ve düşün… Onlar gibi olan, onlar gibi giyinen, yiyen, içen, onlar gibi eğlenen, onlar gibi kazanan ve harcayan ve onlar gibi konuşan, davranan, ezen, yükselen ve onlar gibi ölen bir hayat isteniyor senden. Sen de onlar senden üstün göründüğü vardır bir kerameti diyorsun içinden. Gidip alıyorsun. Çarkın dönmesinde sıkıntı yaratmayan dişlilerden bir tanesi oluyorsun. Düzenin içerisinde geçireceğin ‘sakıncasız’ bir hayat kendi iç kaoslarını yaratması açısından sakıncalı en başta ama farkında değilsin. Bir sorun var ortada biliyorsun ama tanımlayamıyorsun. O zaman dur ve düşün. Bir şeyleri değiştirmenin vakti geldi. 

Yorumlar

Çok okunan

Adaleti düdüklemek!

Mirasın üzerinde tepinmek!

Hak Etmedik!