Hala Rıza'nız var mı?
“Olumsuz şeylerden bahsetmeyelim canım, aman tadımız
kaçmasın.” Evet elbette. Sıkıntılı durumlarla uğraşmak, her gün üzüntü ile
dolmak kısa ve kalitesiz bir yaşam geçirmenize sebep olabilir, bilimsel olarak
kanıtlanmış. Fakat öyle bir vaziyet ki değil kaliteli, yaşamanın bile utanç
verdiği anlarla karşılaşıyoruz. Hoş siz yolunuza yine Nur Yerlitaş, nam-ı diğer
Nurella gibi saçlarınızla oynarken, “Ne yapayım Allah Allah, şehitler mehitler.
Aaa yeter,” diyebilir ve bardağınızdaki içkiden yudumlamaya devam
edebilirsiniz. Gerçi sonrasında “Ben öyle demek istememiştim hepiniz kötü
ruhlusunuz “ diyerek kendinizi kurtarabilirsiniz. İnanan çıkar mı? Elbette
çıkar.
“Ne yapayım Allah Allah,” düşüncesiyle aynı coğrafyada
yaşadığı dramlara kulaklarını tıkayanların kafasına çala çala hatırlatmak lazım
bazı şeyleri. Evinin onarılmayan kırık camından kış vakti zatürre olup ölen 40
günlük bebek hangi ülkede yaşıyor? Atanamayan ve bunalıma girip intihar eden,
en kutsal meslek sahibi öğretmenler? Yandaş şirketlerin milyon dolarlık vergi
borçları silinirken, asgari ücretlinin gelirinden alınan verginin kaldırılması
teklifini reddedenler? Hep aynı konular öyle değil mi? O zaman bir tane daha
yazalım. Direkt alıntıdır:
“Emine Akçay olaydan 4 saat önce cebindeki son 6 lirayı alıp
yakındaki oduncuya gitti ve yakacak almak istedi. Oduncu “Bacım bu paraya odun
mu olur?” deyip Emine Akçay’ın ısrarı üzerine 10 kilo odunu çuvala doldurup
parasını almadan gönderdi. Sırtladığı çuvalla eve gelen Akçay, aldığı odunlar
yağmur nedeniyle ıslak olduğu için sobayı yakamadı. Sobanın yanında eski kamyon
lastiğini de parçalayıp yakmaya çalıştı, ancak beceremedi. Emine Akçay
çocuklarının üşüdüğünü görünce, saç kurutma makinasını çalıştırıp oğlu İsa’nın
eline tutturdu. Daha sonra diğer odaya gidip tavandaki salıncak demirine ip
bağlayarak kendini astı.”
Gözleriniz büyüdü mü okurken, tüyleriniz ürperdi mi,
boğazınızda bir düğüm oluştu mu? İnanın yüzlerce, binlerce benzeri var. İnsanları çaresizlikten ne hale geldiğini
görmüyor musunuz? Milyon dolarlık rüşvetler, yolsuzluklar, hırsızlıklar, kaynağı
belirsiz para alıp göndermeler böyle bir ülkede bu kadar kolay nasıl telaffuz
ediliyor? Bizden geçtim, sultanları saraylarda, çocukları gemilerde, damatları
para içinde yaşarken sefalet içindeki halklara sahip bütün üçüncü dünya
ülkeleri… Hesabını sormak için daha ne kadarı gerekli?
Biz hala daha kendimize ilkokul mantığı ile “Öğretmenim ama
o da bana vurdu?” bahaneleri aramaktan ne zaman vazgeçeceğiz? Zenginliği
kaynağı sizden çalınandır. Hangi yolla olursa olsun çalınarak zevk ve sefa
içinde yaşanılan para tüm insanlığa ait dünya kaynağıdır. Her şey birer birer
açığa çıksa bile sessiz kalacağa benziyorsunuz. Yukarıda sayılan örnekler kadar
vahim değildir belki durumunuz. "Aman ne yapayım?" mı diyorsunuz hala? Sıradan insanların böyle yaşaması uğruna
birlerinin malı götürmesine hala Rıza’nız var mı? O zaman hırsıza siz de ortaksınız demektir, gömün gitsin!
Yorumlar