Her şeyin muntazam olması bize uymaz!
“Her şeyin muntazam olması bize
uymaz.” Yok hayır, bunu bir toplumsal veya sistemsel eleştiri olarak söylemiyorum
veya bir ironi yapma amacım yok. Gayet de gerçekten böyle olduğunu ‘kastederek’
söylüyorum. Hatta sözün bana ait olmadığını da peşinen itiraf edeyim. Milliyet
yazarı Melih Aşık, “Anılara Dönersek” başlığıyla yazmıştı köşesinde. Şöyle
anlatıyor:
“Yıl 1966… İsveç’teki serserilik
günlerimizde yolumuz Kavlinge (Şevlinge) adlı kasabaya düşmüş… Bir sosis ve
salam fabrikasının mezbahasında çalışıyoruz. Kesilen hayvanlar askılarda dizi
dizi geliyor, bir yaşlı İsveçliyle birlikte sabahtan akşama dek onları
buzhaneye yerleştiriyoruz. Sıcaklık eksi 5-10 derece… Buzhaneye girişten bir
iki saat sonra yakalarımızdan yukarı doğru bir donma hissi yükseliyor. Neyse ki
aralarda bol tatlı yiyip enerji topluyoruz…
Akşamları alışveriş ettiğim bir
bakkal var. İki üç günde bir uğruyorum. Bi dolu yiyecek alıyorum. Sevimli bir
adam… Mayıs ayı geldi. Sabah molasında mezbahanın dışına çıkıp sigaramı
yakıyorum. Yağmur yağıyor. Hava aylardır siyaha dönük gri. Oysa, diyorum
içimden, Türkiye’de güneş açmış, etraf yeşillenmiştir çoktan.
Akşama bakkala uğradım yine… Süt,
peynir, reçel, yağ derken birçok şey aldım. Tam hesabı ödeyeceğim, baktım
kenarda ‘pilavlık pirinç’ duruyor. Canım pilav istedi. Onu da alıp torbaya
attım. Ancak o ne, cebimde beş para kalmamış. Pirinç 50 öre. Yani 50 kuruş.
İsveçli bakkala:
“Hiç param kalmamış, dedim. Bu
pirincin parasını bir dahaki gelişimde vereyim…” Bakkal bana:
“O zaman pirinci bi dahaki
gelişinde alırsın, demez mi?
Dondum kaldım. Evet, Batı’da
hayat programlıdır. “Canın sağ olsun”, “Lafı mı olur?” gibi alaturkalıklara yer
yoktur. Her şey tertipli düzenlidir. Onlara hak veriyorum. Ama… Bize uymuyor
böyle hayat. O akşam Türkiye’ye dönmeye karar verdim.”
Bize ne kadar da garip geliyor
değil mi? Gerçekten de öyle. Kültürler arası fark mı demeli, yoksa bizdeki
‘halden anlama’ meselesi mi bilmem ama verilen örneğin muntazam olma konusunda
kusursuz olduğunu söyleyebiliriz. Yazıyı okuduktan sonra başıma gelen bir olay
bu konu üzerinde daha fazla düşündürdü beni.
Bir ay kadar evvel taşınıyorduk
ve bir dolu yoğunluk, bir dolu telaş içerisindeydik. Depoda bulunan eşyalarımız
için tuttuğumuz kamyonet yakınlardaki yeni eve birkaç sefer yapıyordu. Depodaki
eşyalar yüklenirken ben, evde de eşyalar yerleştirilirken de abim bekleyecek diye
bir iş bölümü yapmıştık aramızda. Ancak buzdolabının yerine sığıp sığmayacağı
konusunda şüphelerimiz vardı. Bunun için depodan yüklenmeden önce buzdolabını
boydan, enden ve derinlikten ölçmem, sonra da abimin de buzdolabı için ayrılan
yeri ölçmesi gerekiyordu. Yakınlarda hemen bir nalbur bulup metre satın aldım.
Evin bulunduğu yerin yakınlarında nalbur veya herhangi bir market bulunmadığından
buzdolabını ölçtükten sonra abimin de buzdolabı yerini ölçmesi için metreyi ona
göndermem gerekiyordu. Depoya geri döndüğümde eşyaları taşıyanların gelmiş
olduklarını gördüm, birkaç küçük yardımdan sonra metreyi kendilerine teslim
ettim. Fakat onlar gittikten sonra fark ettim ki ben henüz buzdolabını
ölçmemiştim! Buzdolabı deponun farklı bir bölümünde ve gözlerden ırak olduğundan
o telaşla aklımdan çıkmıştı. Bir sonraki seferde buzdolabını yükleyecekleri
ihtimaliyle hemen nalbura geri gittim ve benim de donup kalacağım diyaloglar gerçekleşti.
İçeri girdikten sonra, biraz önce kendilerinden metre satın aldığımı ancak
böyle bir vaziyet dolayısıyla metreyi gönderdiğimi, sadece bir ölçüm için bir
dakikalığına ödünç metre alıp alamayacağımı sordum. Cevaptan kendimce emindim
tabi ki!
“Bende ölçmek için metre yok.”
Şöyle bir durdum. Baktım, doğru
duyup duymadığımdan emin olmaya çalıştım. Yanlış anlayabileceğini düşünerek
tekrar söyledim:
“Denemek için değil. Ben biraz
önce almıştım zaten. Ama gönderdiğim için istedim şimdi.”
Cevap aynıydı:
“Tamam da bende ölçmek için metre
yok!”
Şaşkınlığım kızgınlığa dönmeden
evvel bünyesinde küfretmek isteyip de edemediğini barındıran bir, “hayırlı
işler” dileklerinden sonra hızlı adımlarla dışarı çıktım. Herif keriz görmüş
iki dakika içinde bir daha satacak malını. Bir metre ne kadardır ki? Ama sırf
senden tekrar almamak için başka nalbur bulurum, gerekirse yine satın alırım.
Bulamazsam da bir sonraki seferde metreyi göndermelerini ister, beklerim ama
yine de bir daha sana uğramam. Belki ‘muntazam olması’ açısından böyle bir
prensip geliştirmiş olabilirdi kendine. Doğrusu her denemek isteyene verirse
malını kime satacaktı? Ama ya benimki gibi bir durum söz konusu olunca? Eğer
‘halden anlasaydın’ beni kazanmış olurdun zaten. “Sen de esnaf mısın ulan?!” dedim
öfkeyle. Sonra aklıma niyeyse Leyla ile Mecnun’un Erdal Bakkal’ı geldi. Tipik
bir Erdal Bakkal ile karşılaşmıştım gerçekten de.
Avrupa’da veya herhangi bir Batı
toplumunda böylesine bir esnaf-müşteri ilişkisi göremezsiniz. Veya çok nadiren
rastlarsınız. Her şey tertipli ve muntazamdır! Melih Aşık’ın örneğindeki gibi. Aşırı
düzen bizim genetiğimize uymaz, zaten fazlasıyla gereksizdirler bana göre.
Peki, bunca bürokrasiden şikâyet
eden bir toplum olarak bizde hiçbir şey muntazam değil midir? Kuşkusuz bazı
durumlarda çoook muntazam olabiliyoruz, kuralcı büyüklerimiz sağ olsun. İşte o
zaman biz işin cılkını çıkarabiliyoruz. Ruhu şad olsun Aziz Nesin’in bu
konularda yazdığı kitaplar çok değerli ve önemli zaten. “Bir devlet dairesine
girmeden önce dikkat edilmesi gerekenler” diye, öyküleme diliyle ele alınmış el
kitapları olarak bile görebiliriz onları. Lakin memlekette bürokrasi sürecinde
canını teslim tehlikesi yaşayan vatandaş sayısı eksilmiyor ki rahmetlinin de
modası artık geçsin.
Örneğin, artık “Acaba bu sınavda
nasıl bir skandal yaşanacak?” şeklinde yaklaşmaya başladığımız, bireyleri
seçerek onlara birer birer yerleştirme merkezi halini alan ÖSYM’nin uyguladığı
sınavlarda belli bir süreye kadar sınıftan çıkma yasağı ve sınıftan çıkma
durumunda bir daha sınava geri dönememe kuralı olduğunu hepimiz biliyoruz. İşte
bu kural son yapılan KPSS sınavında ‘delinmek’ istendi. Evet, böylesine katı
kuralcı bir sistemi ancak ‘delirmek’ üzere olan biri deneyebilir diye
düşünürken haberin detaylarını bakınca, buna sadece tuvalet ihtiyacı gelen
birinin debelenmelerinin sebep olduğunu gördük. Söz konusu kadın tuvalete
gitmek isteyip de kendisine izin verilmeyince dayanamayıp hacetini sınıf
içerisinde giderdi ve şikâyetçi oldu.
Yaşanan konuşmaların detaylarıyla
ilgili bir bilgim yok ama hayal edince şöyle geliştiğini düşünüyor insan:
“Pardon, bakar mısınız?”
“Salon görevlilerine soru sormak
yasak.”
“Ama bu çok acil bir durum…”
“Ne oldu?”
“Dışarı çıkabilir miyim?”
“Hayır, dışarı çıkma iznine daha
yirmi dakika var.”
“Ama benim çıkmam lazım.”
“Neden? Niye çıkacakmışsınız?”
“Iıhh. Çok tuvaletim geldi.”
“Yok, çıkmak yasak! Kusura
bakmayın.”
“Ama dayanamıyorum.”
“Dayanırsın, dayanırsın. Sık
biraz dişini.”
“Şu ana kadar zaten zor
dayandım.”
“Yapacak bir şeyim yok.”
“Ne yani? Sınıfın ortasına mı
yapayım.”
“Cesaretin varsa yap. Bana ne?
Yasak işte.”
“Iıh. Dayanmıyorum. Bak gerçekten
yapacağım.”
“Dur, dur! Gerçekten mi geliyor.”
“Geliyor.”
“Bak! Sakın yapma. Derin nefesler
al.”
“Iıh. Artık çok geç!”
Tuvaleti gelen mağdur kadın ve
görevli bey veya hanımefendi arasında bunun gibi olmasa da buna benzer bir
konuşma mutlaka olmuştur. Tamam, soruların çalınması meselesini geçtik, o zaten
her sınavda oluyor… Sınavı gören birinin vaktinden önce çıkıp sorulara
başkasına bildirmesinin önüne geçilmesi gayesini de anlayabiliyorum... Ama Allah
aşkına sizde hiç mi insiyatif alma yetisi yok? Tuvalete kadar kadına refakat
et, bırak kadın bir rahatlasın, hiçbir iletişim aracıyla veya hiçbir canlıyla
irtibata geçmemesine de dikkat et ve sonra sınav salonuna kadar tekrar geri
getir. Ha, yönetmelikte şu zamana kadar çıkılmayacak mı deniyor? Tuvaletten
sonra kural gereği bir daha salona geri dönemeyeceğini söyle, süre dolana kadar
bir yerde kendisini beklet. Veya aklına ne gelirse ona göre başka bir önem al. Ama yeter ki böyle bir rezalete
imza atma, kadını da utandırma. Bu kadar mı akıl, zekâ yoksunuyuz yoksa kraldan
çok kralcı soytarılara mı dönüştük hepimiz? Sanki sınav güvenliği müthiş
derecede sağlanıyor, her sınavda yaşanan çalınma skandalları sizin sisteminizde
yaşanmıyor da bir de anlamsız önlemler alacak, mantıksız kurallar koyacaksınız.
Aynı sınavda buruna takılan
hızmayı bile çıkaracak kadar güvenlik önlemi almayı akıl eden SEN, önce
soruları nasıl sızdırıldığının hesabını ver, sonra da en incesinden ayrıntıya
kadar indiğin bu sınavda inisitatif alacak adam dahi nasıl üretemiyorsun onu
söyle. Yoksa kurallar herkese farklı uygulanıyor ve inisiyatif alacak kişiler
ile alacakları inisiyatifler bizzat tarafınızdan mı belirleniyor da soru
çalınma, yayımlanma skandalı yaşanmayan sınav olmuyor?
Şimdi mağdur kadın şikâyetçi
oldu, olay mahkemeye taşınacak. Ancak mahkemenin, “Yönetmelik hükümleri
uygulanmıştır. Söz konusu kadın daha önceden tuvalete gitseymiş! Dava
reddedilmiştir,” kararı vereceğine neredeyse eminim. Sonuçta genetik kodlarımız
gereği her şeyin muntazam olması bize uymaz. Ancak muntazam olsun diye işin
bokunu çıkarmakta uzmanız. Yani; yasak kardeşim, istersen gel buraya sıç ama
yasak. O kadar! O yüzden bırakın muntazam olmasın, her şey dağınık kalsın, daha
iyi.
06.10.2012 – Konsept
Dışı

Yorumlar