Hırsızın hiç mi suçu yok?

İnsanlığın bilinç kazandığından beridir en eski mesleklerinden biridir. Bunu bir kötü alışkanlık, cezalandırılması gereken bir suç olarak da nitelendirebilirsiniz. Fakat bazılarınca bu kavram ki buna bir kişi, kurum, düzen veya sistem de diyebilirsiniz meslek haline gelmiştir. Meslek, yani kişinin geçimini sağlamak için kendine yarattığı iş alanı. Bazen geçimi de geçen ve aşırı zenginleşmenin anahtarı haline gelmiştir hırsızlık.

Bir ciddi hırsızlık düzeni içinde olduğumuzu rahatlıkla itiraf edebiliriz. Hepimiz bir parçasına haline gelmişiz. Tek fark her birimizin, bir üstündekinin daha fazla zenginleşmesi için çalıştığı gerçeği. Buna emek hırsızlığı da diyebiliriz. İşçinin hakkını vermeyen, sigortasını yapmayan veya güvenliğini sağlamayıp her gün ölmesine sebep olan ama servetine servet katanlar. Buna da hayat hırsızlığı diyebilir miyiz? Belki…

Herkes birbirinin içgüdüleşmiş davranışlarını hırsızlıkla suçlar ama kendisine bakmaz. Yolu uzatan taksici, çıkardığı işe iki kat fiyat yazan usta, malını üç kata satmaya çalışan esnaf, aldığınız veya tükettiğiniz ürünlerde insafsız vergilerle cebinizin boşaltılması… Bankaya kar maskesiyle girerek soygun yapan da hırsızdır ama ağır faiz koşullarıyla borcun borcunu çıkaran sistem daha az mı hırsızdır? Baklava çalan çocuğa bile hırsız muamelesiyle ağır ceza vermişsek, hiç çekinmeden sağlıksız gıdayı piyasaya süren üretici daha mı masumdur? Peki ya en büyüğü hangisidir hırsızlığın dersiniz?

Ülkemizde ikinci defa düzenlenen bir alışveriş çılgınlığı günü var duymuşsunuzdur. “Black Friday” yani Kara Cuma. ABD’de her Kasım aynın dördüncü Perşembe’sinde kutlanan Şükran Günü’nün ertesinde düzenleniyor. Aslıda sadece bugüne özel değil. Genel olarak tüketici, 500 TL’ye aldığı bir ürünün çok değil birkaç hafta sonra 100 TL’ye indiğini görebiliyor. Tüketicinin durumu görünce gözyaşları içerisinde ağladığına tanık olabilirsiniz. “Fakat nasıl oldu da kandım, kazıklandım” diye değil. O 400 lira ile kendime şunu alabilirdim düşüncesiyle. Patolojik bir durum yani… İnsan sormadan edemiyor. Hırsızın hiç mi suçu yok!?

Anlaşılması gereken nokta o ürünün hiçbir zaman 500 TL olmayışı! Mesele ne? Talep odaklı kapitalist sistemin bunu yarattığı anda “aşırı serbest piyasacı” davranışı! Aradaki fark boş yere cepten çıkar, yok yere zenginin cebine girer. Talep kendi fiyatını yaratır söylemi, en hafif tabirle kravatlı hırsızların uydurmasıdır.
O halde deprem olduğunda ekmeğin, suyun yüzde iki yüz zam görmesine veya bir terör olayında taksilerin en yakın mesafeye beş kat ücret çıkarmasına da ses çıkarmayacaksınız demektir. Talep var ne yapalım? Hangi tür hırsızlığın sizin işinize geldiğine göre değişecek. Böyle bir şey olabilir mi?

Bir de objelerin statü belirlemesine ne demeli? Üç yaşında bir telefon kullanıyorsanız, toplum içinde ayıplanır, madara edilirsiniz. Hoş zaten artık öyle dayanıksızlar veya duyduğunuzu sandığınız ihtiyaçlar o kadar hızlı ilerliyor ki çoktan kullanım dışı ve işe yaramaz oluyorlar. Eski model telefonların ne kadar sağlam olduğunu hatırlıyor musunuz? Şimdi endüstri, hem ürünü hem de korumasını ayrı ayrı satıyor ki korumaya verdiğiniz para ürünün üretim maliyetinden bile fazla!

Bu tasarım harikası, yeni dünyanın olmazsa olmazları, edindiğiniz zaman herkesin size hayranlıkla bakacağı saçmalıkların üretim noktalarındaki çalışma koşullarını, çocuk işçileri hiç gördünüz mü? Fakat bunu yapan bir spor markası popüler futbolcularla milyon dolarlık tanıtım yüzü anlaşmaları yapmaktan çekinmiyorlar. İzleyicinin bir hayat boyu çalışıp kazanamayacağını tek sezonda alıp hızlı yaşayan futbolcuların farkında olacağını düşünmüyoruz elbette. Peki ya onlara hayranlık duyanlar? Gerçi Şenol Güneş ne demişti? “Eskiden zenginler izler fakirler oynardı, şimdi fakirler izliyor zenginler oynuyor.” Yeterince ikna edici gelmediyse sektörü değiştirelim madem. Yeşilçam’ın unutulmaz oyuncularından Hulusi Kentmen; “En acıklı kısmı bütün gün zengin rollerini oynayıp, çekim bitiminde eve gitmek için soğukta köşedeki durakta dolmuş beklemem olmuştur.”

Ne oldu, ne değişti de bilmem hangi aktör evine günlük 1000 TL kira vermesiyle haber olmaya başladı? Denilmesi gereken “Vay be hayatlara bak değil, hırsızlığın boyutunu görüyor musun?” olmalı. Dünya açlıktan, işsizlikten kırılırken böyle meblağlarla yaşamaya ne yapıyor olursa olsun kimsenin hakkı olamaz. Dünyanın ilk on zengininin serveti tüm dünyadaki açlığı bitirecek boyutta olduğu haberini gördüyseniz daha fazla söze gerek yok demektir. Fakirliğin tek sebebi birilerinin aşırı zenginleşmesidir. Peki bu hırsızlık değil de nedir?
Pazarlama harikalarının, alışveriş dehalarının çok da kıymetli ve el üstünde tutulması gereken şahsiyetler olduğu fikrinde değilim. Onlar fazla üretim yaparak insanlara ihtiyaçları olsun olmasın aşırı tüketim yaptıran, dünya kaynaklarını gereğinden fazla sömüren, tek esprileri satış yapma becerisi olan açgözlülerdir. Ekonomi yönetimi kıt kaynakların sınırsız insan ihtiyaçlarına dağıtılması olarak öğretilir. Bu büyük bir yalandır. Zira kaynaklar da kıt değildir, sınırsız olan da insanın ihtiyaçları değil, ihtiraslarıdır. Kara Cuma ve benzerleri her yıl tekrarlanacak, çoğu kişi de bunu nimet sanıp şükredecek çılgınca sıraya girecektir. Dev üretim tesisli büyük sermayeli şirketlerin gerçek işlevini görmemiz dileğiyle, herkese aydınlık günler.

Yorumlar

Çok okunan

Adaleti düdüklemek!

Mirasın üzerinde tepinmek!

Hak Etmedik!