Huzurlu bir hüzün
İki tip insan varlığından söz etmek istiyorum. Mütevazı
insan ve diğerleri! Kategorize etmeye kalksak birçok olumlu olumsuz özellikten
bahsedebiliriz. Ancak ilk cümledeki gibi bir ayrım, insanın karakteri,
davranışları, fikirleri ve hayat görüşü açısından oldukça belirgin ipuçları
verir. Çünkü ya mütevazısınızdır ya da değilsinizdir. Buna ihtiyacınız
olmamasına rağmen öylesinizdir veya olmadığınız halde mükemmel göstermek
istersiniz kendinizi, bu sebepten tam tersi bir ruh halindesinizdir.
Yukarıda saydığım kavramlar, radyoda arka arkaya şarkıları
çalınca hatırıma geliyor Kazım Koyuncu ve Barış Akarsu’nun… İyiler erken
ölürmüş ya, en iyiler de en erken mi gidiyor dersiniz?
Tertemiz niyetleriyle hayatımıza girip iyi insan olmayı
öğütlemiş birer değer olarak görüyorum ikisini de… Yaşadıkları ve ürettikleri
ile mücadeleyi, adaleti, hümanizmi anlatan hatta ölüme giderken bile
mütevazılığı elden bırakmayan Kazım Koyuncu… Ve yakaladığı başarı ile bir anda
yükselen, tebessümünden samimiyet akarken talihsiz bir trafik kazasıyla
yitirdiğimiz Barış Akarsu... Kazandığı yarışmada çocukluk kahramanım dediği Haluk
Levent’in, kendisinden habersiz sahneye çıkarılması üzerine gözyaşlarına
boğulduğu görüntüler…
İki kişilikte de aslında aynısını görmüyor muyuz? “Hayır
arkadaşlar hiç önemli değil, gerçekten siz yeter ki iyi olun,” der gibi bir
alttan alış. Yine kendine hayran eden çok fazla değerimiz de vardı, sonrasında
sizi hayal kırıklığına uğratan... Bu yüzden erken ayrılıklar için, güç
kirlenmesi yaşamadan ve kafamızdaki yerlerini yitirmeden gittiklerine sevinmek
mi gerekir?
Geçenlerde sohbet ettiğim bir dostum, çocuklarını hep karşı
tarafı da düşünerek hareket etmesi şeklinde yetiştirmişler. Kendisi gibi
başkalarının da haklarının olduğunu ve bunların çiğnenmemesi gerektiği
öğretmişler. Asla yalan söylemeyip ne olursa olsun hep doğruları konuşmasını,
kimsenin dedikodusunu yapmayıp birisi ile sorunu varsa hep o kişiyle çözmesi için
yönlendirmişler.
İşte bu yaklaşım karakterde ve davranışlarda tamamıyla
mütevazı bir birey yetişmesi için yeterli ve gerekli olandır. Fakat dostumuz,
çocuklarının böyle yaklaşınca ciddi şekilde ezildiğini ve psikolojik destek
alma ihtiyacı duyduklarını anlatıyordu. Çünkü genel olarak insanlar ve aileler
bugünkü dünyamız gereği maddeci ve oldukça bencillerdi. Çocukları da kendileri
gibi tahammülsüzlerdi, dinlemeyi ve uyumu bilmiyorlar, paylaşmıyorlardı. Yani
özetle, kendini karşısındakinin yerine koymayı bilmeyen, hep kendi çıkarı açısından,
vahşi bir sahip olma içgüdüsüyle hareket ederken geri kalan her şeye kör bir
topluma döndük.
İlk bahsettiğimiz yapıdaki insan açısından bakalım: Siz tüm
iyi niyetiniz karşısında insanların sinsiliklerine, tüm mütevazılığınıza rağmen
üstünlük taslamalarına ve yalanlarına rastlıyorsunuz tüm doğrucu Davut
duruşunuz önünde. Dert ediyorsunuz fakat yakınınızdaki bir insanın nasıl böyle
bir hale düştüğüne üzülüyorsunuz daha çok. Sıkıntı ediyorsunuz içinize ve bu
sizi yiyip bitiriyor. Fakat aksini yapamazsınız, siz busunuz. Olmadığınız gibi
davranırsanız, onlardan biri olursunuz ve sizi siz olduğu için bilen, seven
insanlara karşı sorumluluğunuza ihanet edersiniz.
Belki biraz olsun avuturcasına, sadece “iyi insandı”
denilecek sizin için. Onurunuzla yaşadığınız ifade edilecek ama uzun bir hayat
süremeyeceksiniz, kendinize dert edindiğiniz ve vurdumduymaz olamadığınız için.
Ama olsun, zaten sizi siz yapan, o yaşınıza ve bulunduğunuz yere getiren, -ki
orası her neresiyse elbet onurlu bir noktadır- insani, vicdani, ahlaki
hassasiyetlerinizdir. Bundan dolayı kısa ömürlü olacaksanız, varın kısa ömürlü
olun!
Belki de sonsuza dek hatırlanacaksınızdır.
Çok düşünen insanlar ağırbaşlı ve durgun görünür ya… Aslında
mutsuz veya sıkıcı değillerdir. Bu
kendine işkence etmek de değil. Hem cahillerin kendilerini mükemmel görme,
zekilerinse kendilerini hafife alma eğiliminde olduğunu da biliyoruz ya…
Etrafına bakarak, olayları izleyerek, farkında olarak, huzurlu bir hüzün sahibi
olmak diyebiliriz. Sayıları azdır çünkü. İyi olan insan sayısı az olduğu için
dünya kötü bir yerdir zaten. Dünyanın iyi bir yer olmasına hasbelkader uğraşırken
kendileri için hiçbir şey istememiştir bu çeşit insan türü. Hayat denen
gailenin en anlamlı mertebesine, unutulmazlığa erişmeyi de başarmıştır bazen bu
sayede. Ne de olsa “Şair Ceketli Çocuk”un yıllarca görerek, öğrenerek, gerçekten idrak ederek bizlere dediği unutulmaz
sözlerdeki gibi, “Hiçbir şey almadan, bir şey vermeden” gideceğiz. Mütevazılığı
elden bırakmayın…
Yorumlar