Cezası neyse çekeriz canım!

Memleketin dört bir yanını aymaz, utanmaz insanlar sarmış durumda. Hoyrat gülüşlerle, sorumsuz inkârlarla varlıklarını sürdürmekte, konumlarını korumaktalar.

BirGün Gazetesi’nden Ali Murat İrat köşesinde bunun bir aymazlık bile olamayacağını söylüyor, “şımarıklık” diyor:

“Şımardıkça körleşen, körleştikçe şımaran ve örneğin şimdilerde resmi olarak casus kabul edilen birinin ilişkilerini ortaya çıkarmak için verilen araştırma önergesini zamanında kahkahalar atıp poz vererek reddedebilen bir şımarıklık.”

Günlük yaşamımızın her alanında hem suçlu hem güçlü, hem mağrur hem kibirlilerle karşı karşıyayız. Bir türlü haksız çıkmak bilmezler. Hep bir bahaneleri olur ve alttan almak, hatasını kabul etmek gibi bir durum asla yoktur. Çünkü hep aksi yönde edinmişlerdir sahip olduklarını. Koltukların veya onlara koltuk çıkan daha büyük, daha güçlü, daha mağrur ağaları, beyleri, üstleri efendileri adına her ne derseniz onlar da hep aynı yolu izlemiştir. Gördükleri , örnek aldıkları budur. Bu saydığımız erdemleri hayata geçirmeleri var olma sebeplerine aykırı olacak ve mekanizma otomatikman çökecektir. İşte bu farkındalık onlarda otomatik bir savunma mekanizması ortaya koyuyor.

Durumunu garanti ve çok büyük bir aksilik olmazsa başına bir şey gelmeyecek bir halde gören, dahası bunu adı gibi bilen insan rahatlığıdır bu. Öyle rahat ki, dünya yıkılsa kılı kıpırdamayacak, endişenin, sorumlu hissetmenin zerresini göremeyeceğiniz bir halet-i ruhi ile karşılaşacaksınız. Nasıl olsa ya inkâr, ya iftira, ya suçu başkasına atma veya hiç kabullenmeme yoluyla yine işin içinden çıkılacaktır. “Benim verilmeyecek hesabım yoktur,” söylemini en yüksek sesle onlar dillendirecektir. İnsan gülmeden edemiyor. Hesabını soran yok ki aksi bir söylemde bulunsun!

Bakın, Çorum’da İl Genel Meclisi Toplantısında söz alan CHP’li Burçin Solmaz kadına yönelik şiddet olaylarına değinince tartışma çıktı. İl Genel Meclis Başkanı Halil İbrahim Kaya, Solmaz’ı susturarak ne dedi dersiniz:
“Erkek öldürüyorsa cezasını da çekiyor!”

Şimdi bu cümleyi duyunca sanki adaleti tıkır tıkır işleyen, suçluya indirim üstüne indirim yapmayan, caydırıcı önlemler alan, iyi hal mantığının her caninin başvurduğu ve yararlandığı bir taktik haline gelmediği, verilen komik cezalarla salıverildikten sonra bazen yarım bıraktığı işi tamamlamayan, bazen de kendine kolayca başka bir kurban seçenlerin ülkesinde yaşamıyorsunuz sanırsınız. Öyle ya, yoksa konuyu resmen aklamak şeklinde değerlendirilecek bu sözleri edecek rahatlık nereden geliyor?

Bakalım başka ne demiş sevgili başkan:
“Rusya’ya hiç gittiniz mi? Kadınlara trende bile yer vermiyorlar!”
Ba-ba-ba-ba! Mağduriyeti görüyor musunuz? Sokak ortasında herkesin gözü önünde defalarca bıçaklanarak öldürülmek de neymiş canım!

Beyefendi artık dillere pelesenk olmuş her fırsatta başvurulan sözlerle devam ediyor:
“Türkiye’de Osmanlı’dan bugüne kadınların değeri hep bilinmiştir. Kız çocuklarının diri diri gömüldüğü bir zamanda onlara değer vermiş bir dinin mensubuyuz. 1400 yıldır kadın hakları İslamiyet haricinde hiçbir toplumda yer bulmamıştır. Türkiye’de kadına verilen değer dünyanın hiçbir ülkesinde verilmemiştir.”

Sorsanıza bakalım başkan acaba nerede yaşıyor veya okulda coğrafyayı mı yeterince öğrenemedi? En çok şiddet, taciz, tecavüz, baskı, ayrımcılık yaşandığı, sosyal hayata en az katılım ve ekonomik bağımsızlık konusunda en geride ülke ve coğrafyalar neresi bir araştırma yapabilir miyiz? Maalesef siz bin dört yüz yıldır İslamiyet’in gerisinde kalmışsınız sonucu çıkıyor ortaya!

Kadının değerini, “En değerli eşyanızı kapalı kutularda, başka gözlerden uzakta, ulaşamayacakları, dokunamayacakları yerde saklarsınız” şeklinde anlatan ve “Soyulmuş domatesi almak istemezsiniz değil mi?” diye anlatan kafalarla ancak bu kadar yol kat edilebilir zaten!

Bu örnek aslında başta anlatmaya çalıştığım karakterin hayatın her alanına yansımasıdır. Çünkü bakın, başkan bu sefer suçlamaya başlıyor:
“Bu kadar vicdansız olmayın, bu popülist söylemleri bırakın. Kendi ülkesine insan bu kadar mı düşman olur?”

Konuyu hem çarpıtıyor, hem gerçeği reddediyor, hem de suçu başkasına atarak haklı çıkmaya çalışıyor. Üstelik kadına şiddet konusunda resmen sınıfta kalmış bir ülkede. 2017 yılında tam 364 kadın öldürülmüş şu ana kadar. Yani her gün bir kadın… Her gün evde, işte, sokakta, toplu taşımada kadınlar fiziksel, psikolojik, ekonomik, cinsel şiddete uğruyor. Ensestini, mobbingini, kıyafetini beğenmedi diye saldıran mı dersiniz, beni tahrik etti, edep sınırlarını aştı, erkekliğimi azdırdı diyen mi dersiniz, boşanma aşamasında “Başka bir sevgilisi var, biliyorum” diyerek kurşun yağdıran sonra da ağır tahrikten serbest bırakanlar mı dersiniz? Daha dün bu tartışma yaşanırken Tekirdağ’da işe gitmek için evden çıkan 19 yaşındaki Ayşe Öztürk sokakta başından vurularak öldürüldü. Siz hala neyi savunuyorsunuz? Susup, oturup paşa paşa dinleyeceksiniz!

Nasıl bir rahatlıksa, beyefendi şöyle devam ediyor sözlerine: “Ne yapalım öldürülüyorsa? Polis yakalayıp cezasını veriyor.”
Allah için harbiden cezası veriliyor, bir de verilmese ne yapacaktık demekten kendini alamıyor insan!

Beyefendi durmuyor: “Bu hükümetin verdiği kadın haklarını Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri hiçbir hükümet vermedi.” Gülmek serbest arkadaşlar. Zira son 14 yılda kadına şiddet yüzde 1400 arttı! Siz buna dikkat çekmek, çözüm bulmak bir kenara inkâr ediyorsunuz. Bu şiddet değilse sizin şiddetten anladığınız ne gerçekten merak ediyorum.
Hani kadına yönelik şiddete dikkat çekmeye çalışan bir kadın neden susturulur, azarlanır artık sormayacağım çünkü bu, suçu örtbas etme içgüdüsünden başka bir fikir vermiyor, fakat “Cezası neyse çekilir,” söylemi neye benziyor biliyor musunuz?

Dolandırıcıların veya akçeyle işine güvenilmez olanların, “Parası neyse veririz canım!” veya “Borcum borç ama nah alırsın!” pervasızlığı gibi. Hani o konuda aslında hiçbir politikası olmayanların, “Gereği neyse yapılır” demesi ve öylece oturup gibi. Bazen tiryakiler, “Burada sigara içmek yasaktır, cezası şu kadar” afişlerini görünce, parasını da veririm sigarımı da içerim diyorlar ya, esprisine. Ama sadece esprisine, zira öyle bir hakkı olmadığını, bunu yapamayacağını kendi de biliyor. İşte o kadar içi boş, samimiyetsiz ve yaptığı bir hatayı kabul etmezken üste çıkmak için yukarıda bahsetmeye çalıştığım aymazlık. Bu aymazlık, utanmazlık ve Ali Murat İrat’ın şımarıklık dediği durum bizi günden güne hayatın her alanında geriye itti, itiyor, itecek. Gelecek için pek umutlu konuşmak mümkün değil. 

Yorumlar

Çok okunan

Adaleti düdüklemek!

Mirasın üzerinde tepinmek!

Hak Etmedik!