İçi geçmişlik!

Herhangi bir sektörde çalışıyorsunuz, işiniz gücünüz yerinde, yani işin kaymağını yiyorsunuz. Fakat belli ki bunlar size yetmemiş, iş dışı eylemlerinizle konuşulur hale geliyorsunuz. Artık yaptığınız işin karşılığında aslında hak etmediğiniz para ve saygınlığı kazandığınız bilinciyle bir nevi suçluluk duygusuyla mıdır nedir, mesleğinize vermeniz gereken enerjiyi başka alanlara kaydırıyorsunuz. O halde mesleğinizi icra etme noktasında öyle çok da fazla bir efor sarf etmeden, payınızı fazlasıyla alıyorsunuz demektir. Peki masal gibi günler böyle geçerken ne yaparsınız veya ne olur da sahip olduklarınız tehdit altına girer? Hangi gerek ve koşullarda?


Bulunduğunuz konuma yakışmayacak şekilde davranırsanız? Mesela kalkıp bir mekân basarsınız. Veya adınız hırsıza, uğursuza çıkar, kendinizi aklayamazsınız. Enseste bulaşırsınız veya  herkesin gözü önünde yasak aşk yaşar, ailelerin yıkılmasına sebep olursunuz ve daha birçoğu. Fakat utanmak, kaçmak, saklanmak bir kenara, en haksız durumda bile savunma yapıp üst üste her gün konu hakkında açıklamalar yapar gündemi kendinizle meşgul etme gereği duyarsınız. Böylelikle konumunuzu ya korur ve eskisi gibi çalışmalarınıza devam edersiniz ya da göstermelik bir uzaklaştırma ile –kendi kendinizi veya kurumun sizi göndermesi fark etmez- ortalık sakinleşene kadar beklersiniz ve sonra kaldığınız yerden aynen devam edersiniz. Aynı şart ve koşullarda hatta daha da güçlenmiş olarak. Eh, adalet güçlüye tesir etmiyor zira hangi alanda olursa olsun…

Evet, aslında konumuz Fatih Terim ama onun nezdinde esas problem işte bu yukarıdaki cümlelerde yatıyor sevgili okur. Herhangi bir gerçek ve kalıcı yaptırım olmaksızın güçlülerin veya kulis becerisi yüksek olanların hala geçmişte tuttukları köşe başlarında olduklarını görünce yükselen yeni nesil de aynı yolu izleme eğilimine giriyor. Bütün sorunların kaynağı işte bu noktadadır.

Fatih Terim’in “Nerede kalmıştık?” ifadesinden hareketle en sondan başlayalım o zaman:
Kişisel bir hesap dolayısıyla kebapçı basan ve nihayetinde başarılı bir operasyon olmadığını öğrendiğimiz skandaldan sonra Fatih Terim ile futbol Milli Takımı arasındaki ilişki sona ermişti. Beşinci defa mıydı neydi? Neyse sululuk yapmayalım. İlk başta Terim’in görevi kendi bıraktığı gibi bir izlenim yaratılsa da aradan geçen hatırı sayılır bir zaman sonra Terim kendisi bir açıklama yaparak istifa etmediğini, görevine son verildiğini açıklayıp tazminat davası açmıştı. Diyelim ki görevden alınmış olsun, gerekçe nedir? “Bulunduğu konuma yakışmayacak şekilde davranması” öyle değil mi? Eh, aradan ne kadar geçti, şimdi Fatih Terim Galatasaray’ın başına geçti, kendisinin hareketi Galatasaray kulübü için yakışık alacak bir durum mu yani? Eh, ona uygun değilse buna da uygun olmayacak elbette, fakat sorun ne? “Göstermelik bir görevden alma ile insanların gazını alalım, görevden ayrılış şeklini de muallakta bırakalım ki böyle bir skandaldan sonra bir de tazminat mı veriyorsunuz gibi itirazlar yükselmesin, millet galeyana gelmesin, birkaç ay sonra hoca istediğini yapar istediği yerde işe girer, hem  zaten Türkiye gündemden geçilmeyen bir ülke, elbet unutulur veya peşi bırakılır! Yani yaşanan tam olarak bu aslında!”

İşte, sektör fark etmeksizin Türkiye’de işler hep böyle yürür. Yaptığınız iştekinden çok kulislerdeki becerinize kalmıştır kaderiniz. Böylece birileri köşebaşlarını kapmıştır ve ne yapsalar yitirmezler konumlarını, alttakiler de ancak üsttekiler elden ayaktan düşünce ancak bir yerlere gelebilirler. Zaten o zamana dek ne kadar yaş alsalar da, “genç” diye nitelendirirler. Halka da öyle bir lanse edilir ki, genç, tecrübesiz, toy, emanet edilemeyecek kadar yeni falan denilerek halkın da korkuyla bakması sağlanır. Yeni mezunların, işçi arayan bütün şirketlerin tecrübeli personel istemesine olan isyanlarındaki gibi: “Yahu hepiniz tecrübe diyorsunuz da, bunca adam tecrübeyi nerede kazanacak o zaman?”
Bir de halkta bir göz alışkanlığı durumu vardır. Yeniye alışmak zor gelir, uyum sağlamak için çaba gerekir, özverili olmak lazımdır, falandır filandır. En kolayı nedir? “Ya bizim eski toprak ne güne duruyor?” hesabı.

Aynı konu yine futbolda, altyapıda da öyle... Yetiştirmek kolay değildir, emek ister, çaba gerektirir. Aynı zamanda uzun vadeli yatırım gerektirir. Buna girişeceğine, “Ya şu emektar topçu yok muydu, neyimize yetmiyor? Takıma da ağabeylik eder, gençlere örnek olur, takımı sırtlar. Biraz maliyetli ama kısa yoldan çözer işi. Pardon da değil sırtlamak, adamın çoktan içi geçmiş, resmen emeklilik arifesinde yüksek maaşın tadını çıkarmaktan başka ne yapacak?

İşte siz ne olursa olsun tek sarıldığınız haline gelen isimlere yeniden başvurduğunuzda ne oluyor biliyor musunuz? Geçmişe bir sünger çekmiş ama o süngerdeki pislikleri ileriki yaşama da sıçratmış oluyorsunuz. Bakalım neler olmuş ve olanlardan ders alındığı gerçeğiyle bir daha yaşanmaması gibi bir garantimiz var mı?

Terim’in kendi yetiştirmesi veya onun döneminde uzun vadeli çalıştığı çoğu elemanda hep bir garip haller gördük bu zamana kadar. Evde karılarını, sokakta otobüs şoförlerini dövmelerini mi görmedik, sürekli bir olayla anılmalarını, abuk subuk laflarını, boş beleş efelenmelerini, neler neleri…

Bakıyorsunuz ülkenin son dönemde yetiştirdiği en önemli ve en yüksek mertebeye ulaşan futbolcusu, uçakta 70 yaşındaki gazeteciyi yumruklayıp ana avrat küfrediyor. Üstelik bir dönem 'ağabey' diye hitap ettiği... Ertesinde de hiç de utanmadan, sıkılmadan basın toplantısı yapıp bir dolu afra tafra ile gurur verici bir iş yapıyormuş gibi havalarla milli takımı bıraktığını açıklıyor. Sonra çok değil birkaç ay sonra “konjonktür” değişince yeniden kurtarıcı olarak görülüp baş köşeye yerleştiriliyor. Ne oldu? Gazeteci yumruklaması skandalını aklamış olmadınız mı? E bu adam bunu bir kez daha yapmaz mı? Alayına bile gider!

Son şampiyonaya katılamayacağımızın kesinleştiği maçta oyundan alınırken ıslıklanınca değil utanma, değil mahcubiyet hatta değil üzüntünün zerresini bile duymak, pis pis sırıtıp “Siz ne diyorsunuz ya, bir tarafımı yiyin” der gibi yampiri yampiri kenara geldiğini hatırlıyor musunuz? 40 yaşındaki İtalya’nın gerçek emektarı Buffon’u, üstelik kendi kabahati de olmayan 0-0 biten bir maç sonrası elenmelerinin ardından hüngür hüngür ağladığını gördünüz mü peki? Üstelik bu adam ömrüne bir kaleci olarak sayısız başarı sığdırmış, sayısız yılın futbolcusu ödülü almış, herkesçe dünyanın gelmiş geçmiş en iyi kalecilerinden biri olarak görülen bir isim, erişmediği sevinç ve duygu kalmamış... Biz 20’li yaşlardaki insanları nasıl bu hale getiriyoruz onu sorgulamak lazım. Mayamızda bir sorun var galiba diyemeyeceğimize göre iş uygulamada o zaman. Demek ki bizde erişilemeyen para ve başarıdan ziyade erişilemeyen duygular var; utanma, tevazu, alçak gönüllülük gibi…


İnanılmaz primlerle, inanılmaz göklere çıkarmalarla genç adamlara dünyanın hâkimi onlarmış gibi muamele ediyor, sonra da istikrar bekliyoruz. İnsanoğlunun huyudur bir türlü anlayamadık şu işi: “Her ne olursa olsun sahip olduğun şeye kolay eriştiyse asla kıymetini tam olarak bilemez.”

Biz her turnuvadan tokat yiye yiye ayılırken, şampiyon ülkelerin verdiği primlerden fazlasını süre almayan topçuya bile oluk oluk akıtırken, üstüne bir de kavgasını ederken bir de kalkıp futbolcunun daha fazlası için hırslanmasını istiyoruz! Pardon ama bu daha çok uyuşturucu etkisi görüyor ey efendiler, ey pek zeki yöneticiler.  Hoş prim sisteminde, transferlerde, yönetim kurullarında siz de payınızı alma garantisi ile hareket ediyorsunuz ya, sözümüz size de değil, farkına varıp itiraz etmesini bilmeyen sıradan vatandaşta.

Asgari ücreti insanlık ayıbı olan, öğretmeni açlık sınırında yaşayan, atanamayanı intihar eden, işsiz ve yoksul dolu bir ülke için en hafif tabirle ahlaksızca diyebileceğimiz maaş ve primler konuşuluyor. Üstelik bir kısmı da oturup “Çok kazanıyor ama hak ediyor” diye tafra yapıyor!? Beyin bedava!

Unutmadan, o skandalın ardından Fatih Terim’in istifa da etmeyip görevden alınınca hak ettiği tazminatı da hatırlatalım. TFF ile 5+2 yıllık sözleşmesi gereği, görevi tamamlasaydı toplam 24.8 milyon kazanacaktı. Terim’in yıllık maaşı ise 3.50 milyon Euro idi. Euro kuru kaçtı en son arkadaşlar? Bu rakamı 4.50 ile çarpmamız gerekiyordu değil mi!? Basit bir hesapla AYDA evet AYDA 1 milyon TL’den fazla para cebine girdiğini anlayabilirsiniz yani! Bunun için ne yaptı? Hayır ne yaparsa yapsın bu para ne demektir arkadaş? Sonra ne oldu dersiniz? 24 takım arasında en az koşan bizim takım çıktı!  O zaman yansın geceler Pelinsu Eceler!

Şimdi Galatasaray’da ne yapar ne eder diye konuşuyoruz değil mi? Ne çabuk unuttuk yahu, kardeş bir kendine gel istersen… Ama bizimki de boş laf! Bu ülkede ne paralar var hesabı sorulmayan, ne paralar var binbir türlü pis işle elde edilip aklanan, yurdışına gönderilen, sınıflanan… Birkaç trilyonun lafı mı olur!

Terim’in yeni kulübü, aman pardon, “yine, yeni, yeniden” kulübü Galatasaray ile yaptığı sözleşmede sezonun ikinci yarısı için taraftara şirin gözükmek için kulübün kuruluş yılı olan (1905) TL denilerek + 1 milyon Euro fiyatında anlaşılmış. Fakat Milli Takım’dan kovulmuş olması sonrası açtığı dava üzerine alacağı tazminat, yeni alacağı maaştan düşülerek kendisine ödenecek. Ancak bu durumda alacağı tazminat 1 milyon Euro’dan değil, 1905 TL’den düşülecek. Yani mesele Galatasaray’ın kuruluşu, biz doğuştan cimbomluyuz, bileğimi kessen sarı kırmızı akar ayakları değil sen hala anlamadın mı kardeş? Ne diyelim, Allah doyursun!

Şimdi biraz da Fatih Terim’in tekrar gelişini hangi akla hizmet bilmiyorum sportif açıdan sevinçle karşılayanlara gelelim. Artık yukarıda bahsettiğimiz göz aşinalığı durumu mu desek? Zira Süleyman Demirel de bir türlü bitmek bilmeyen siyasi ihtirasları sonucu 7 kere gidip 8 kere gelmesinin simgesi olan “Kurtar bizi baba!” sloganıyla her boşlukta aranıyordu! Yok, başarılarla dolu geçmişi diyorsanız eğer, o zaman bir Terim’in siciline bir bakalım:


Futbolculuk kariyeri hırçınlık ve kavgacılıkla geçen Fatih Terim’in formasını giydiği 14, yazıyla ON DÖRT sezon boyunca Galatasaray’ın hiç şampiyon olamaması bilgisiyle başlayalım. Kendisinin sürekli saha dışı olay ve skandallarla tüm takımın dengesini bozduğu için böyle bir tablo ortaya çıktığını söyleyebilir miyiz? Terim bunu tesadüflere bağlıyor. Takdir sizin;

Daha Galatasaray’a geldiği ilk yıllarda 1 milyon ücret istediğini ve tek kuruş pazarlık yapmayacağını, kabul edilmezse daha iyi şartlarda transfer olacağını resmen açıklamış, o dönemki yönetici Turgan Efe ise “1 milyon 200 bin teklif ediyoruz ama kabul etmiyor” demişti.

32 yaşında futbolu bırakmak istediğini açıklayan Terim’in sicilinde gece kulüplerinde kavga çıkarıp polis şeflerinin burunlarını kırmak ve yönetici ile kavga çıkarıp adamlarına dövdürtme iddiaları, farklı maçlarda rakiplerini defalarca tokatlamak, yumruklamak, kafa atmak, hakemlere defalarca küfür etmek ve tükürmek, koridorlarda tehditler savurma iddiaları, kendi takım arkadaşı Ali Kemal Denizci ile birbirine girip ayırmaya çalışan polisleri de yumruklamak, polisin şikayeti üzerine mahkemelik olup şikayetten vazgeçilince hapis cezasının para cezasına çevrilmesi, yine hakeme küfredip tükürdükten sonra aldığı kırmızı kart üzerine sahadan çıkmayı reddederek tribünleri galeyana getirmek ama karşılığında hep küçük cezalarla işin içinden sıyrılmak var.

Eh, 5 maç ve para cezası gibi yapılan harekete göre ödül gibi bir ceza verilince başkalarına da örnek teşkil ediyor. Nitekim Terim’in olayından bir zaman sonra Adanaspor-Kırıkkale maçında Yugoslav futbolcu kırmızı kart görünce hakemin üzerine yürüyüp kendisine tükürmüştü. Neyse ki o Yugoslav, ülkemizde pek “tanıdığı” olmadığından olsa gerek tutuklanmıştı! Men diyeceksiniz kardeşim, senin sportmenlikle bir alakan yok, sen git kebapçı falan aç, olmadı bas gitsin diyeceksiniz!

Kulis becerileri ve Mehmet Ağar gibi hatırlı dostları sayesinde hiç başı ağrımadan her olaydan yırtan ve özellikle bir döngü haline gelen Galatasaray - Milli Takım çemberinde geçen antrenörlük kariyerinde bakalım başka neler olmuş:

Sürekli bağırıp çağırarak kameralara poz vererek antrenörlük yürütmeye çalıştığını hadi biz anlamadık, kendisinin bu halleri İtalya’da kolayca çözülmüş olacak ki fazla tutulmadan 2 yıllık sözleşmesi varken Milan’dan gönderildi! Fiorentina ile birlikte iki takımda da devre arasını göremedi. Efsane orta saha Pirlo’nun kitabında yazdıklarını okumuş muydunuz?
“Terim’in taktik bilgisinin yetersizliğini ve tüm oyun planını takımı bağıra çağıra motive ederek, sahada iyi bir sonuç almamızı ümit etmek olduğunu anlamamız çok uzun bir süre almadı…”


Gülmekten karnıma ağrılar girdi arkadaşlar, bir insan çalıma dizdiği gibi bu kadar mı incelikle cümle kurabilir? Bir de bence Türkiye’ye gelmiş en iyi futbolculardan biri Frank De Boer’u dinleyelim ama çok da uzatmadan: Hiddink, Rijkaard, Advocaat bunlardan bir şeyler öğrendim.” Burada durup gülmeye başlayan De Boer gülerek devam ediyor: “Fatih Terim'den de bir şeyler öğrendim. Futbolun nasıl öğrenmemesi gerektiğini öğrendim. O da bir nevi öğrenmek sayılır.” Sonra kendisinin ve muhabirin kahkahaları. De Boer daha önce de şunları söylemişti:

“Kendisi futboldan çok dış görüntüsüyle ilgilenirdi. Benim hiçbir yerde görmediğim bir şeydi. Yarım sezonluk bir dönemde aynı kıyafetle diğer antrenmana çıktığını görmedim. Bu gerçekten inanılmazdı. Tam anlamıyla gerçek bir megalomandı!

O zaman UEFA Kupası neydi mi diyeceksiniz? O yaşlarda büyük bir heyecanla izlediğim Popescu’nun penaltısından sonra yaşıtım akrabalarım gözyaşları içinde birbirimize girdiğimiz dönemi kim unutabilir ki? Hala daha izlerken gözyaşlarımı tutamam. O başarı bize dayanışma ile her başarıyı elde edebileceğimizi göstermesi bakımından bir mihenk taşıydı. Ama başarının en büyük noktası oyuncuların özverili mücadeleleri, birbirlerine inanmaları, kalitesi ve mükemmelliğiydi. Neyse, konumuza dönelim. 

Fiorentina’yı çalıştırırken ilk maçını 3-1 kaybettikleri Tirol Insbruk rövanşını yöneten Türk hakem Orhan Erdemir’in iddiasına göre maçın başından sonuna kendisine küfredip devre arasında soyunma odasına inip kendisini tehdit etme durumları söz konusu!

Milli Takım’ın olaylı İsviçre maçında futbolcuların teşvik edilip rakip futbolculara meydan dayağı atmaya kalkılmasında fitili ateşleyen kimdi dersiniz? En efendi isimlerden Mehmet Özdilek bile rakip antrenöre çelme takmaya çalışmıştı. Hatalı bizdik onlar sütten çıkmış ak kaşık demiyorum, ama olayın yine bu döneme rastlaması da tesadüf mü yani? Üstelik rakip takımın aksine biz 6 maç seyircisiz ve tarafsız sahada maç yapma cezası aldığımıza göre? 

Yine Mili Takım döneminde “kız meselesi” yüzünden futbolcular otelde birbirlerinin odasını basıp ağızlara burunlara silah bile dayadılar. Gizlenmeye çalışılsa da basına sızan bu olay sonrası söz konusu oyuncular milli takımdan uzaklaştırılsa da gün geldi sonra tekrar geri alındılar! Daha ne diyelim?
Takımın kaptanı –tamam insaniyet olarak belki kabul edersiniz fakat profesyonellik diye de bir gerçek var- kendisine küfredilmesini gerekçe göstererek ısınırken sahayı terk edip maça çıkmadı. Hadi buna kabul diyelim, sonra çıkışta korumaları takım arkadaşıyla birlikteyken görüntü almak isteyen gazetecileri tartaklamasına ne diyeceğiz?

En ayıbı ise daha önce bahsettiğimiz, böylesi yoksulluk ve işsizliğin olduğu bir ülkede, asgari ücretin insanlık onuruna sığmayan seviyelerde olduğu bir ülkede, 2016’da Avrupa Şampiyonası’na direkt katılma hakkı kazanan Milli Takım’da prim kavgası yaşanmasıydı. Yuh artık! İnsan, “İyi ki başarılı olamıyoruz baksanıza hem gökten gereksiz yere dolar yağıyor hep de paylaşılamıyoruz” demeden kendini alamıyor!

Prim haberini yapan 70 yaşındaki gazeteciye ana avrat küfredilip yumruklanmasından zaten bahsettik fakat dikkat çekmek istediğimiz nokta neydi? Terim döneminde ve onun birlikte çalıştığı isimlerde böylesi olaylar yaşıyorsak sorunun nerede olduğu direkt ortaya çıkmıyor mu? Yani tam da “imam bunu yaparsa cemaate ne düşer” durumu değil mi?
Şimdi Arda Turan’ın Barcelona’da bizi en iyi şekilde (!) temsil etmesinin ardından Galatasaray’a geri dönme ihtimali konuşulurken Terim’in gelmesi üzerine aralarının bozuk olması dolayısıyla bu ihtimalin kalmadığı düşünülüyor. Fakat Arda Turan’ın arkadaşı eski futbolcu Sedat Yeşilkaya devreye girip bir zeytindalı uzatıyor, kamuoyu yoklaması yapıyor sanki:

“Sizler hala Arda Turan ile uğraşsanız da kaptan 3-4 gün önce Galatasaray’ın hocası her zaman Fatih Terim’dir ve şimdi tekrar gelmelidir açıklamasını yaptı.”
Ne dersiniz, eski dostlar düşman olur mu? Veya eski düşmanlar yeniden dost olur mu? Eh, biz de total futbol oynayacak değiliz ya! Sonuca en kolay etki eden “kazan-kazan taktiğini uygularlarsa neden olmasın?

Fatih Terim’in Volkan Demirel’in sahayı terk edip Milli Takım’dan men edilmesi konusunda söylediği söz çok açık değil mi?: “Bir karar verirsek herkes milli takıma gelebilir.” Kendisi de kariyerinin her aşamasında defalarca affedildiği için…


Peki bu sorunlar bu insanlar nasıl çözülür arkadaş derseniz çok bilemiyorum tabii ama herkesin kendisine bir imparatorluk kurduğu, sporda ve siyasette daha fazla gözlemlediğimiz, köşe başını tutmuşların ömürleri boyunca sürdürdükleri ve bizzat zarar verdikleri alanlar için biz durumdan şikayetçiler neler yapabiliriz? Prim vermemek ve tüketim yapmamak tek koşul sanıyorum şuan.

Yani maça gitme, passolig abonesi olma, forma alma, yayını iptal et! Bu protestonun da alınan anlamsız kararlardan olduğunu belli et! Dalga dalga yayıldığı an işler kolayca değişecek ve dengeler alt üst olacaktır. Zira futbol artık endüstrileştiğine göre endüstri de satamadığı MAL’ın ya üretimini durduracaktır ya da ucuza satıp eritmeye çalışacaktır. Herkese yeşil günler...

Yorumlar

Çok okunan

Adaleti düdüklemek!

Mirasın üzerinde tepinmek!

Hak Etmedik!