Sadaka toplumunda 'çok para' nedir?

Aslında sadece bizim değil, kapitalizmin egemen olduğu tüm dünyada paranın tek iş gören, olmazsa olmaz değeri sebebiyle durum aynı sayılır. Ancak biz gibi gelir adaletsizliğinin ve zengin-fakir uçurumun sonuna kadar açılmış bir makas misali olduğu toplumlarda ezici üstünlüktedir. Ne mi? Çok parası olana hürmet edilir, çok parası olanın sözü geçer, çok parası olan en çok bilir, çok parası olan her zaman haklıdır, çok parası olan ne yapsa yeridir… Peki, bu çok para nedir arkadaşlar?

Biliyorsunuz kanser hastası 23 yaşındaki Dilek Özçelik, kanser ilaçlarına ulaşma konusundaki zorlukları anlatırken neredeyse dinlenmeden cebinden çıkardığı parayı Dilek’in hırka cebine koymaya çalışmıştı. Koyarken de, “Cebinden düşürme, orada çok para var!” demişti.

Yani bakan fakir bir hastanın asla erişemeyeceği, bir arada bile göremeyeceği bir meblağı büyük bir yüce gönüllükle ikram ettiğini düşünmüştü. Sonra da camiye namaz kılmaya girmişti. Fakat Dilek’in derdi para değildi. O kendisi gibi milyonlarca kanser hastasının uğradığı mağduriyeti ifade etmeye, dikkat çekmeye ve etkili olabileceğini düşündüğü biri aracılığıyla gündeme getirilmesine uğraşıyordu. Sonuç olarak “Ben dilenci değilim,” diyerek kendisini ikna yoluyla uzaklaştırma çabalarına rağmen bakanın camiden çıkmasını bekledi ve yanına gidince, hıçkıra hıçkıra “Ben dilenci değilim. İnsanlık konusunda bir kez daha hayal kırıklığına uğradım. Görüyorum ki çaresizliği hiç tatmamışsınız hayatınızda,” dedi.

Anlaşıldı mı bilinmez ama yolsuzluk soruşturması sırasında bir anda her şeyini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalınca belki ilk defa kendisini çaresiz hissetmiş olabilir. Haksızlık etmemek lazım, tüm sorunlarını parayla çözmeye alışmış bir mantıktan daha fazlasını beklememek lazım. Rüşvetçi ve sadaka kültüründen gelen bir toplum olarak, şikâyet edenin cebine üç beş kuruş sıkıştırıp susturacağımızı, ‘Allah razı olsun’larını almayı öğrenmişiz.

Bakan geçtiğimiz günlerde artık imajını tazelemek için olsa gerek memleketi Trabzon’da 20 bin kişilik büyük bir camii yaptıracağını duyurdu. Trabzon’un Tac Mahal’i olacağını söylediği camiinin etrafında aynı zamanda alışveriş merkezleri, spor salonları vb merkezlerin olacağı müthiş bir “kompleks” olarak tasarlandığı gelen bilgiler arasında. Evet, “kompleks” kavramını ruhbilim açısından değerlendirdiğimizde görüyoruz ki kafalar gerçekten karışmış, ibadet derken ticareti de aradan çıkarmaya çalışan ciddi bir karmaşa içindeyiz.

Fakat öyle böyle değil. “Çok para” var işin içinde. “En büyük hayalim” dediği camiinin maliyetinin 30 milyon Türk Lirası olduğu açıklanırken Bayraktar itiraz etti: “30 değil tam 65 milyon Türk Lirası.” Eh, Dilek’in cebine sıkıştırdığı paranın meblağı konuşulurken de kendisi değil ama siyasi bir yol arkadaşı “Bakan 300-400 değil 2 bin TL verdi,” açıklamasını yapmıştı. Çok para yani! Keşke o günlerden ders alsaydınız da hayaliniz kanser hastalarının ilaca ulaşma sorunlarını çözmek, üç kuruşluk ilaç şirketlerinin binlerce kat karla ilaç satmasına karşı savaşmak olsaydı. O günden aldığınız derslerle hastane kurmak, sağlık alanında çalışmalara destek vermek, okullar açmak olsaydı. Ancak belli ki insan hayatı ve değeri üzerine değil, betona ve griye endeksli zihinleriniz. Eh o halde, birçok şehirde olduğu gibi Trabzon’da da bütün altyapıyı, üstyapıyı, ulaşımı çözdük de bir Tac Mahal’imiz mi kaldı? Geçtiğimiz gün Trabzon’da pistten çıkıp denize düşmeye ramak kalan ve ölümden dönen 162 yolcu haberini biliyorsunuz. Kazanın sebebi araştırılırken işlek bir havaalanı olan Trabzon pistinin oldukça dar ve yenisinin yapılması gerektiği söylenmişti. Hatta uluslararası bir haber kanalında bir yetkili şöyle bir soru sormuş:

“Bir bana neden uçurumun kenarına pist yapılmış açıklayabilir mi?”

Yani anlayacağınız, siz ihtiyaca yönelik hareket edip gerçek bir kamu hizmeti için harcasaydınız parayı, eminim ki hem daha büyük sevap kazanacak hem de çok daha fazla “Allah razı olsun” alacaktınız.

Öte yandan rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarında adı geçen bu isimler ellerinin kiri diye gördükleri böyle paraların tamamını bileklerinin hakkıyla mı kazandılar? Bürokratlıkla, vekillikle, memurlukla veya hadi hayatının belirli döneminde biraz ticaretle uğraşanlar böyle paraları nasıl kolaylıkla telaffuz edebiliyorlar? Halka verdiğiniz sadakaya “çok para” diyorsanız, buna ne diyorsunuz?

Başka bir konudan bahsedeyim. Roma İmparatorluğu Hristiyanlığı kabul ettikten sonra imparatorların vaftiz olmaları için ölümün pençesine düşmeleri veya görevlerinden ayrılmaları beklenirdi. Çünkü idam, öldürme, işkence gibi eylemler din tarafından kesin bir dille yasaklandığından Hristiyanken bu emirleri veremeyeceklerdi. O yüzden bu emirlere gerek kalmayacağı dönemlerde vaftiz olup bir Hristiyan olarak huzur içinde öbür dünyaya gitmeleri sağlanırdı. Dönemin şartları dolayısıyla başka şansları da yoktu diyebiliriz belki ama her şeyi gördüğünü, bildiğini ve yaptıklarının hesabını vereceğini bildiğin Tanrı’nı mı kandırıyorsun? Eh, biz de şimdi onların mirası topraklar üzerinde yaşadığımızdan olsa gerek, aynı geleneği devam ettiriyoruz. Rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık gibi işlerle anıl sonra tövbe et, hacca git, camii yaptır ve “Allah razı olsun”ları al.

Fakat kader mi diyelim imajı düzeltme fırsatı bir türlü mümkün olmadı. Zira camii konusunda açıklamalarda bulunurken yıllar önce sadaka vermeye çalıştığı Dilek’in öldüğü haberi geldi ve geçmiş defterler yeniden açılıp yapılan ayıp tekrardan gündeme geldi. Gerekli dersi çıkarılır mı? Pek sanmıyorum… Biz ne dersek diyelim onlar, yardım eli uzattık ya daha ne yapalım diyecek, işin özünü anlamayacaklardır. Zira dersimizi aldık ediyoruz ezber.
Çalışma koşullarından bahseden görme engelliye: “Kör olmaya rağmen sana iş verdik,”

Kadro isteyen işçiye, “İşin var ya daha ne istiyorsun?” diyen bakış açısı da bu sadaka kültüründen gelip başımıza çöreklendiği için ne bizimki laf-ı güzaftan öteye gitmiyor maalesef. 

Yorumlar

Çok okunan

Adaleti düdüklemek!

Mirasın üzerinde tepinmek!

Hak Etmedik!