Bir uyuyup uyanalım

Bu ay size bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Daha doğrusu bir kişiden… İrfan Değirmenci, Türkiye’deki baskı ortamının belirgin örneklerinden biridir. Sabah haberleriyle günümüzü, yorumlarıyla zihinlerimizi aydınlatan ancak doğru bildiğini söylediği için bedel ödeyen sayısız gazeteciden biri kendisi. Referandum sürecinde neden “hayır” denmesi gerektiğini söylediği için yıllarca emek verdiği Doğan Yayın Grubu ile ilişiği gün geçmeden kesilmişti.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesi ile Adalar Belediyesi’nin düzenlediği etkinlik kapsamında Büyükada’ya gelmiş ve anlatmıştı: “Evet böyle bir durumu göze almıştık elbette. Fakat hiç beklemeden ve tazminat bile verilmeden olacağını tahmin etmemiştik.”
“Emir büyük yerden,” şeklinde bir tabir vardır bilirsiniz, işte emir büyük yerden olunca durum da böyle neticeleniyor. Şimdi Doğan Medya Grubu’nun ülkedeki basının susturulmasının açık ifadesi olarak yandaş medyaya hibe edildiğini görüyoruz. Evet, satış değil hibe bunun adı. Çünkü ticari bir kaygı veya iş ilişkisi dâhilinde gerçekleşen bir devir olmadığını hepimiz iyi biliyoruz. Emir büyük yerden diyebilir miyiz? Takdirlerinize bırakıyorum…
İrfan Değirmenci işsiz kalışının ardından iki tane roman yazı ve bir süredir, yaşadıklarını ve muhabirlik dönemindeki anılarını anlattığı bir gösteri düzenliyor. Sahneye çıktığında aslında bize sıkıntısı, derdi elbet olsa da yine de güzel diyebileceğimiz eski bir ülkeyi anlatıyor. İlk kitabı “Bir Uyuyup Uyanalım”ı henüz bitirdim ve sizinle paylaşmak için sabırsızlandığımı itiraf etmeliyim. Kitabın arka kapağında şöyle diyor Değirmenci:
“Zaman zaman haberlere konu olan anket çalışmaları vardır hani, ‘Aşağıdakilerden hangisinin komşunuz olmasını istemezsiniz?’ diye sorulan… O anketlerde en çok işaretlenen şıkların hepsini düşünün şimdi. Kimden nefret ediliyorsa onları düşünün. Nefret suçlarının kurbanlarını düşünün. Dışlananları, kovulanları, ayrımcılığa ve haksızlığa uğrayanları düşünün. Haklıyken haksız konuma düşürülenleri, kapının önüne konulmak istenenleri düşünün…”
İrfan Değirmenci romanında bir apartman hikâyesini anlatıyor. O apartmandaki, kimliği, fikri, görüşü, duruşu, yüzünden ötekileştirilenlerden ama ne pahasına olursa olsun ödün vermeyenlerden bahsediyor. Yani aslında bir apartman dâhilinde bütün bir ülkenin yaşadıklarını, bizi anlatıyor. Dini imanı para olmuşların, daha fazlası için her yolu mubah görenlerin aksine, evlerini sattırmayan, her türlü sahtekârlığa, baskıya, dışlamaya, iftiraya karşı Belkıs Abla önderliğinde direnen “Kısmet Apartmanı” sakinlerini okuyacaksınız. En iyisi Değirmenci’nin kaleminden örnek vereyim:
“Hep bizim için ‘Bunlar, bunlar…’ diye konuşuyorlar ya, hep bizi kendi doğru bildikleri yola çağıran taşlar atıyorlar ya, aslında bunların derdi biziz biz, varoluşumuz be çocuğum. Bunlar bizi ellerinden gelse, değil mahalleden, bu şehirden bu ülkeden kovalayacaklar. Lafa gelince “Herkesin yaşamı kendine,” der de bırakmazlar kendi yaşamımızın sahibi olalım… Ama bizim bir duruşumuz olursa yenemezler bizi. Bizi yok edemezler. İnsanın nasıl silecekler bu topraktan? Benim kasımpatılarım benzer mi hiç onların naylon palmiyelere? İnatçıdır, dirençlidir onlar bizim gibi, betonu deler açar benim çiçeklerim,” diyor Belkıs Abla. Hayatın sillesini yemiş ama yine de diz çökmemiş. Kendilerine ve toplumda sesini çıkaranlara yapılanların sebebini şöyle tahlil ediyor:
“Dert, benle ve o apartmanda yaşayan, kimseye zararı olmayan çocuklarımla. Bunların derdi, yaşam mücadelesi verirken, karınlarını doyurmaya çalışırken kimsenin malına mülküne, namusuna ırzına göz dikmeyen, tek istedikleri asgarisinden yaşamak olan ve hep suçlanan, itelenen, saldırıya uğrarken suçlu ilan edilen çocuklarımla. Biz gidersek buralarda at oynatmaları daha kolay olacak. Biz gidersek kalanlar itaat edecek, rahat edecek, kimse sorgulamayacak. Kimseyi ikna etmek için vakit harcamayacaklar biz gidersek.”
“Arif olmayan insan, ham olan, kötülüğe meyleden, cahil olan, insan kendine benzemeyenden korkar, korktuğuna da saldırırmış. Oysa ‘İncinsen de incitme’ diyen Hünkâr Hacı Bektaş’tır bizim pirimiz. Ne uludur o hünkâr.”
“Onlar, bana düşman, size düşman, özgürlüğe düşman, güzele, iyiye, doğruya, insana düşman.”
 “Buralarda her daim kötülük kol gezdi, acılar yaşandı ama hiçbir dönem bu kadar örgütlü olmadı sanki kötülük. Vicdan en kötü zamanlarda dahi topyekûn terk etmedi sanki buraları. Kötü günde de iyi günde de beraber olmayı başarırdı insanlar sanki eskiden. Bir asgari müşterek her zaman bulunurdu. Yine birbirini sevmeyen sevmezdi elbet ama bu kadar açıktan düşmanlık belli edilmezdi. Bu kadar kirli iş çevrilmezdi. Azgınlaşmamıştı sanki o zaman kötüler. Bütün değerler tepeden aşağı doğru altüst edilmemişti. Vasatlık geçer akçe değildi. Toplumun bir bölümü diğerini alenen bu kadar incitmezdi sanki.
“Bu dünyada namuslu, insaniyetli oldun mu alaya alınıyorsunuz, zorba, katil oldun mu saygı, itibar görüyorsun.”
“Hayat ne tuhaftı, ne acımasız, ne vahşi, ne esrarengiz; ne kadar unutulmuştu insan, ne soğuktu böyle, ne donmuş, ne karanlık ve de yalnızdı insan…”
Yine de umut veriyor İrfan Değirmenci Belkıs Abla’yı konuşturarak. Bir uyuyup uyandığımızda bugünler geçecek, zulüm bitecektir mutlaka:
“Yunus’un, Pir Sultan’ın, Karacaoğlan’ın, Mevlana’nın, Hacı Bektaş’ın soluk alıp verdiği topraklarda ebediyen diken biter mi hiç? Bitmez elbette. Ebediyen zulüm mü sürer hiç? Sürmez elbette. Elbette zulme son verecek olanlar da çıkar. Elbette güller de açılır bülbüller de öter, bülbül de…”
Değirmenci ikinci kitabında ise romana ismini veren distopik ülke Herlanda’yı anlatıyor. Herlanda’da iyi koşullarda yaşamanın şartı boyun eğip itaat etmektir. Ancak halkın, yüzyılı aşkın süredir devam eden iktidarı tehdit eden yeni bir yöntemi vardır. Kitabın sonunu merak ettiniz değil mi? Ben de öyle… O halde iki kitabı da edinmenizi şiddetle tavsiye ediyorum.

Yorumlar

Çok okunan

Adaleti düdüklemek!

Mirasın üzerinde tepinmek!

Hak Etmedik!