İnce ince bir rüzgar
Ülkemizde ‘ince’ bir rüzgar esiyor farkında mısınız? Yalnızca belirli bir bölgesinde değil. Doğusunda batısında, kuzeyinde güneyinde önümüzdeki sıcak günlere inat serinleten, ferahlatan, geleceğe umutla baktıran ‘ince’den bir rüzgâr.
Heyecan ve umut en yüksek seviyede… Önümüzdeki seçimler için en çok konuşulan isim Muharrem İnce hayallerini ve yapmak istediklerini öyle hevesli ve ikna edici bir biçimde anlatıyor ki gerçekten izlediğiniz zaman gözündeki ışıltıda öğrencilerini teşvik etmeye çalışan, öğrenmelerine, gayret göstermelerine, üretmelerine, geliştirmelerine şevk veren bir cevval öğretmen görüyorsunuz. Enerjisi, temposu, konulara hâkimiyeti ve inandırıcılığı ile gerçekten ihtiyaç duyduğumuz gerçek lider izlenimini size tamamıyla veriyor.
Çok kayıpları oldu ülkemizin. Kaynakları israf etmekle, güçsüzü itip kakmakla, farklı olanı hor görmekle, farklı düşüneni olanı ezmekle, yani kısaca hak ihlalleri, adaletsizlikleri ve mağduriyetleri ile. Şimdi hepsini bir bir ortaya koyduğumuz zaman değişimin, yenileşmenin, yeni bir nefesin şart olduğunu görüyoruz. Muharrem İnce’nin söylemlerini dinleyip hangisine itiraz edebilirsiniz ki bir düşünün?
Yeşil alanları yok edip her tarafa AVM diktik ve insanları içlerine hapsettik. İnce şöyle anlatıyor: “Pergeli açın, çevirin. İki kilometre içinde 5 tane AVM var. Bir AVM 100 milyon dolar, 5 AVM 500 milyon dolar. Bir AVM olsaydı, gömlek satan bir dükkân bir yerde kira verecekti. 5 AVM olunca 5 yerde kira veriyor. Siz de gömlek alırken 10 liraya alacağınıza 50 liraya alıyorsunuz. Çünkü gömlekçi de fazladan masraf yapıyor. O kalan 400 milyon dolarla 20 fabrika kurardık. 20 milyon dolara bir fabrika kurulabilir çünkü. Bir fabrikada 2 bin kişi çalışırdı, toplam 40 bin kişiye istihdam sağlardınız.”
İnce ile devam edelim:
“Avrupa’da her 50 kilometrede bir benzin istasyonu vardır. Türkiye’de 10 kilometrede bir. 100 kilometrelik mesafeyi düşünün, Avrupa’da iki benzin istasyonu, Türkiye’de 10 benzin istasyonu. 8 benzin istasyonu fazla. Bir benzin istasyonu 5 milyon dolar. 8 benzin istasyonu 40 milyon dolar. 40 milyon dolara 2 fabrika kurardınız, 4 bin kişi de orada çalışırdı. ABD dünyanın en büyük serbest piyasa ekonomisinin olduğu ülkedir. Ancak oraya gittiğinizde benzinlik kurmak istediğinizde kurdurmazlar. Bu işin kuralı vardır ve her 10 kilometrede bir benzin istasyonu kurdurmuyorum ama güneş enerjisi sistemi kurmak için sana teşvik veriyorum denilir. Yani iş standartlarına ve ihtiyaca uygun yapılır. Devlet de fabrika kurmalıdır, özel sektörün yapmadığı yatırımları devlet yapmalıdır. Ben neden domates olarak satıyorum da ketçap olarak satmayayım?”
Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere bizde kuralsızlık, başıboşluk, boş vermişlik ve yandaşa her yol mübah anlayışı ayyuka çıkmış vaziyette. O yüzden kaynaklar israf oluyor, o yüzden milletin cebine ve sofrasına gitmesi gereken birilerinin aşırı birikime sebep oluyor.
“Denizlerimiz, geniş arazilerimiz, meralarımız bomboş duruyorlar öyle. Sanki biz bu ülkenin sahibi değil bekçisiyiz. Güneş enerjisinde %130 potansiyelimiz var. Yani yüz tüketiyorsak yüz otuz üretebiliriz. Neden güneş enerjisi tarlaları kurmayalım da nükleer enerjiye bağımlı kalalım? Gençlerimizi bu yönde eğitelim."
“Tarım ve hayvancılığa bu kadar elverişli iklimi ve toprağı olan bu ülkede tarım ve hayvancılık ithalatının ne kadar arttığını biliyor musunuz? Biz çocukken marketlere gittiğimizde domateslerin, salatalıkların burcu burcu koktuklarını bilirdik. Biz böyle büyüdük. Ama bizim zeytinyağımızı İtalya en ucuzundan satın alıyor, ülkesine götürüyor, paketliyor şişeliyor marka olarak katlarcasına bize geri satıyor.”
Bakın medyanın el değiştirmesiyle işlerinden olan gerçek gazetecilerden biri de Emin Çapa. Hepiniz onu tane tane ve ikna edici bir tarzla sunduğu ekonomi haberlerinden hatırlarsınız. 1999 yılında girdiği CNN Türk’ten 20 yıl sonra “güya” tasarruf gerekçesiyle çıkarıldı ve şimdi kendisine kucak açan Halk Tv'de çalışmalarını sürdürmekte. Hakkı yenen, işlerinden edilen, zindanlara hapsedilen gazeteciler Türkiye için bir utanç karnesidir. Böyle bir medya ortamında bulunduğu yere doğru bildiğini söylenen Çapa'ya tahammül edilmesi elbette beklenemezdi! Emin Çapa çok izlenen programlarından birinde yine yaptığı analizlerde bakın neler söylüyor:
“Tarım’da Türkiye aklını mı kaçırdı? ‘Neden başka ülkelerin çiftçilerine bu kadar çok para aktarıyoruz kendi çiftçimiz bu kadar fakirken?’ diye soracağız. Ama sizinle çok önemli bir veriyi paylaşmak istiyorum. Türkiye zeytinyağının tonunu 3198 dolara ihraç ediyor. Üstelik bunu her yıl yapabilirsiniz. Ama biz o zeytin ağaçlarını yerlerinden söküp tonu en fazla 500-600 dolara ihraç edilebilecek mermeri çıkarmaya çalışıyoruz. Üstelik mermer ocağında bir kere çalışabilirsiniz. Mermer bittiğinde sen sağ ben selamet. Zeytin öyle değil. Ölmez ağaç, çocuğunuz da çalışır, torununuz da çalışır. Eh o zaman bu hareket bu pek de akıllıca sayılmaz.”
Konuyu Muharrem İnce şöyle açıklıyor: “320 milyar dolar dış borç alındı. Ancak bu yatırıma dönmedi, fabrika kurmaya harcamadırlar. Peki neden parayı fabrikaya değil de betona gömdüler? Çünkü betonda çalmak çok kolaydır, fabrikada mümkün değildir. Fabrikada alacağınız makineler, yatırımlar bellidir, betonda ise değil.”
Emin Çapa ile devam edelim: “Bilimin ve aklın peşinden gitmediğinizde ne olduğunu size ne olduğunu birkaç rakamla açıklayayım. Dolma biber, salatalık, sivri biber, domates, taze soğan, havuç gibi ürünlerin tarladan çıkış fiyatı ile tüketicinin masasına ulaşma fiyatı arasında ortalama 5-6 kat fiyat farkı var. Yani örneğin salatalık üretici satış fiyatı 1.15TL, tüketici alış fiyatı 5.18 TL. Bu tüketim tarafı, bunun bir de üretim tarafı var. Türkiye nohut, mercimek, kuru fasulye gibi ürünlerde 2002 yılında sırasıyla 650, 500, 250 bin ton üretim yaparken 2016 yılında sırasıyla 455, 345, 235 bin ton üretim yapabildi. Üstelik 2002 yılından 2016 yılına kadar olan süreçte nüfusu 69 milyondan, 79 milyona çıkmasına rağmen. Yani 10 milyon fazla kişiyle sadece üç üründen 400 bin ton daha az üretim yapıldı. Pamuk, patates ve buğdaya gelelim. Yine 2002 yılında sırasıyla 2.5, 5.2, 19.5 milyon ton üretim yapılırken 2016 yılında bu ürünlerde sırasıyla 2.1, 4.7, 20.6 milyon ton üretim yapıldı. Yani yine 10 milyon fazla kişiyle sadece bu üç üründe yarım milyon tona yakın daha az üretim yapıldı. Biz Rusya’ya domates sattığımızı biliriz hep. Ama Türkiye Rusya’ya sattığından çok daha fazla tarım ürünü satın alıyor. Tarımda Rusya’ya ihracatımız 331 milyon lira, ithalatımız 1 milyar 286 milyon lira. Yani 1 milyar lira tarım açığımız var. Biz domatesi konuşurken Rusya bize buğday satıyor, ayçiçeği satıyor.
Sığır ithalatında ise Avrupa’da 1. Dünyada 2. sıradayız. Bir de ülkelerin ürünlerini ne kadar fiyata ihraç ettiklerine bakalım. Patatesin tonunu İtalya 658, İspanya 541, Hollanda 519, Fransa 395 dolara satarken ederken Türkiye patatesin tonunu 136 dolara satıyor! Portakal’ı ise İspanya 1113, Fransa 1065, Hollanda 1042, İspanya 811 dolarak satarken Türkiye 655 dolara… Hollanda’nın portakal üretimi ne kadar? Sıfır! Hiç üretmediği portakalı alıyor, bir kısmı kendi kullanıyor ve geri kalanı 1042 dolara satıyor. İşte bu bize pazarlamada da üretimde de planlamada da mutlaka bilimi ve aklı işin içine sokmamız gerektiğini anlatıyor. Başa dönelim, elinizde 3198 dolara sattığınız bir ürün var ve bu altın yumurtlayan tavuk gibi. Her sene o yumurtayı satabilirsiniz. Ama siz zeytin ağaçlarını kesip 500 dolara satabileceğiniz mermer ocaklarını açıyorsunuz.”
Meraklısına bilgi: 1 ton zeytinyağı 5 bin dolar, bir ton mermer ise 500 dolar ediyor hâlbuki. Bir zeytin ağacının verimli hale gelmesi için 20 yıl gerekiyor.
İnce'ye dönelim: “Kaynak soruyorlar. Kaynak nerede? Bir kere bu ülkede Kamu İhale Kanunu 180 kere değişmiş. Tam 180 kere. Yani ihalelerde kişiye özel kanun değişikliği yapılıyor. İhale A kişisine verilmek istenirse ona göre kanun değiştiriliyor, B kişisine verilmek istendiğinde ona göre kanun değiştiriliyor. Kaynağın yarısı işte orada çalınıyor! Şeffaf bir yönetim, kuralları olan, denetlenebilir bir yönetim…”
İnce'nin dikkat çektiği noktalar anlatmakla bitmez, sayfalar sığmaz. Ancak şimdilik bu kadar. Sorusu olan var mı?
Yani özetle, size katılmayanların da söz hakkı olduğu, soran, sorgulayan, düşünen, özgür bir toplum… 29 yaş ortalaması olan genç bir nüfus ayrıcalığımız var. Avrupa’da yaş ortalaması 40, İskandinavya’da 45. Üreten, düşünen, geliştiren bir gençlik ile neler yapabileceğimizi düşünebiliyor musunuz?
Her şeyi o bilir, o ne derse ol olur hayat görüşü reel değildir. Büyüyen, ilerleyen, gelişen ve değişen bir dünyada asla! İnce'nin de vaat ettiği şey, her işi alanındaki kendi uzmanlarına danışarak hareket etmek, işi ehline bırakmak, ülke yönetiminde taraflı değil akılcı davranmak bugünkü dünyamızın gerçeği. Ona layık olalım.


Yorumlar