Futbol ve intihar
Üniversiteden arkadaşlarımla konuşuyoruz. Son karara göre artık
döviz cinsinden menkul veya gayrimenkul alım satımı yapılamayacak, mevcut
sözleşmeler de 30 gün içinde TL’ye çevrilecek…
Biz, acaba futbolcu kontratlarının buna dâhil olup
olmayacağını tartışıyoruz. Çünkü biliyoruz ki birçok kişi ve kurum çeşitli
sebeplerle muaf tutulacak. Samimiyetsizliğin açık itirafı mı dersiniz, nazı
geçene mi dersiniz bilmem. Ama Türkiye’deki futbolcuların ödediği vergi,
dünyanın geri kalanına göre öyle komik ki, yeni bir ayrıcalık yapılacağına
neredeyse emin oluyorsunuz. Bizde vergiyi çoğunlukla kulüp ödeyecek şekilde
anlaşılıyor, bir dolu taklayla vergiden kaçılıyor. Biriken vergi borçları da
bir süre sonra devlet tarafından silindiği için kulüpler zaten ödemiyor.
Vergiyi bir kenara bırakın, futbolcuların böylesine devasa
para kazanmalarına bakalım. Şu anda ekonomik kriz yaşayan Türkiye’de cebine
günlük 100.000 TL (yıllık 4 milyon 750 bin Euro) garanti para giren futbolcu
var. Evet, yanlış duymadınız. Yazıyla, günlük yüz bin Türk lirası! Öyle
isimlere öyle saçma rakamlar veriliyor ki aklınız durur. Birçok ünlü futbolcu
kariyerlerinin son senelerini ülkemizde bitiriyorlar. Ülke ligi kaliteli
olduğundan mı? Hayır, Türkiye onlar için
bir vergi cenneti olduğundan. Biliyorsunuz, bir süredir tasarruf çağrıları
yapılıyor ve ülkenin ayakta durması için herkesin özverili davranmaları salık
veriliyor. Peki, milyar dolarlık sektör futbol? O neden kapsam dışı olsun?
Tasarruf istediğiniz insanlar izlemiyor mu bu oyunu? Koyun vergisini adam
akıllı, buyurun size kaynak. Ülke futbolu mu düşer? Uluslar arası arenada
başarımız mı azalır? Yani daha ne kadar dibe inebilir ki?
Sadece Türkiye’de de değil. Bütün dünyada futbolcuların
böylesine aşırı kazanmalarının bir rezalet olduğunu düşünüyorum. Neymiş? Talep
çok fazla, pasta çok büyük, izlenme oranları, sponsorluklar, hayranlar, bir
dünya kıyamet… Peki, kim izliyor? Halk. O zaman halkın böylesine teveccüh
gösterdiği oyuncular ve kulüpler, karşılığını çok ciddi vergi kalemleriyle halka
geri ödeyecekler.
Sporcu olmak elbette kolay değil. Çocukluktan itibaren çok
ciddi emek, mücadele ve sürekli çalışma gerektiriyor. Ancak stadı yapan işçinin
de işi kolay değil. İş kazalarında can veriyor insanlar. Sporcu yeteneği
dolayısıyla para kazanıyor ve bu işi en fazla 15 yıl yapabilir. Bu süreçte
beslenmesinden özel hayatına kadar birçok fedakârlık yapıyor, kabul. İşçi ise
vasıfsız deniliyor ama çok zor şartlar altında uzun saatler yıllarca çalışıyor,
kol gücü ortaya koyuyor, hayatını ortaya koyuyor. Özellikle ülkemizde iş
kazalarında hayatlarını kaybetme, sakat kalma rakamlarına bir bakın, cinnet
geçirirsiniz.
Kimisi, futbolcuların hitap ettikleri kitlenin genişliğini
gerekçe göstererek kazanılan paraları haklı görüyor. Peki etrafınıza bir bakın.
Kullandığınız her şeyde bir insan emeği, bir işçi alın teri var. Futbola
gösterilen teveccühün binde biri buna nasıl gösterilmez? Elbette birbirlerinden
oldukça farklı alanlar ve gelirleri de farklı olabilir. Ama bir tanesi evine
nasıl ekmek götüreceğini düşünürken, diğeri her gün başka spor araba
değiştirecek şekilde değil.
Bunu insanları eğlendirirken onların cebindeki
paraları çalan bir hırsızlık olarak görüyorum.
Bir örnek verelim. Diyelim bir genç, yokluklardan gelmiş,
ayağına giymeye ayakkabı bulamazken futbolculuk yeteneği sayesinde çok ciddi bir
kontrat imzalıyor, ülkedeki en çok kazanan futbolcu oluyor. Fakat geçirdiği
sakatlık dolayısıyla futbol hayatı bitiyor ve bir yıl içinde kazandığı ile
cepten yemeye başlıyor. Hoş, en çok kazanan dediğimiz futbolcuların bir yılda
kazandıkları, ortalama yaşayan bir insana uzun yıllar yetecek boyutta ama
tedavi masrafları derken parası tükeniyor ve eski yoksul günlerine belki de
daha beterine dönüyor. Yani o sakatlık olmasaydı, belki de uzun yıllar boyunca
çok daha fazlasını kazanacaktı. Peki, durumun böylesi uç noktalarda olması
sizce hak mı? Futbola gönül vermiş, bir gün profesyonel olup büyük kulüplerde
oynamanın hayalini yaşayan milyonlarca genç var. Sizce şansı yaver giden veya
biraz daha yetenekli olan böylesi şaşalı bir hayat yaşarken, diğeri çeşitli
sebepler ve talihsizlikler sonucu açlığa mı mahkûm olmalı? Gerçekçi gelmedi mi?
O zaman gerçek hayattan bir örnek verelim:
İsmail Devrim. Tornacı. İş kazası geçirdiği için çalışamayan
bir baba kendisi. Yeni eğitim dönemi başlarken oğluna okul kıyafeti alamadı. Ve
oğlunun pantolonu yüzünden derse alınmadığını öğrenince gururuna yediremeyip kendisini
astı. Cebinde son bir 20 TL vardı. Bir fotoğraflarına rastlıyorum. Baba oğul,
tribündeler. Gönül verdikleri kulübün maçına gitmişler. İyi günlerdeyken belli
ki... Baba kazandığından ayırmış ve oğlunu maça götürmüş. Bir fotoğraf daha
görüyorum. O kulübün bir efsane futbolcusunun dikilen heykeli önünde çektirmişler.
İkisi de öylesine yakışıklı, öylesine güzeller ki… Hayır, çirkin olsalar
arkalarından ağlanmaz demiyorum tabii ki. Diyelim güzellikleri sayesinde şansları
yaver gidip de bir oyuncu olsalardı, yaşamları nasıl taban tabana değişecekti,
değil mi? Peki bir tarafta şansı yaver
gitmediği için intihara giden baba, bir tarafta milyonlarla oynayan oyuncu olmak
kadar iki uçta olması hak mı sizce? Bence bu babanın değil, insanlığın
intiharı. Dişinden tırnağından artırıp teveccüh gösterdikleri futbol onları
hayatta tutmaya yetmedi. Tüm dünyada düzen böyle diye de onaylayacak değiliz. Dünya
adaletsiz bir yer deyip işin içinden sıyrılamayız. Adaletsiz olan dünya değil,
insanlar vahşi. Ben birbirine böylesi zulmeden karıncaların olduğunu
sanmıyorum. Yaşamı ve yaşadığımız ortamı geliştirmeye, ilerlemeye harcamamız
için bize bahşedilmiş bu zekâyı birbirimizi ezmeye kullanıyoruz.
Bakın, Yemen’de insanlar kıtlıktan ot ve yaprakla beslenmeye
başlamış. BM Güvenlik konseyi dünyanın en büyük insani krizlerinden birinin
yaşandığını belirterek durumun alarm verici olduğunu söyledi. Bir taraftan iç
savaşla boğuşan Yemen’de her üç kişiden biri yardıma muhtaç. Yani tam 22 milyon
kişi. Aklıma hemen petrol zengini Arap ülkelerinde kurulan metrelerce
sofralarda ağızlara ellerle tıkılan ve çoğu israf edilerek çöpe dökülen
yemekler geldi. Bir de altın varaklı saraylar, hanlar, hamamlar, makamlar,
uçaklar…
Özetle mesele şu; Dünyanın en zengin 100 kişisinin serveti,
dünyanın geri kalanının servetinin toplamına eşit. Ne yapmışlar da böylesi bir
zenginliği hak etmişler? İnsanlığa dair müthiş bir buluş mu gerçekleştirmişler,
kansere mi çare bulmuşlar? Hayır! Ve bununla dünyadaki bütün açlık, yoksulluk,
altyapı, üstyapı problemlerinin çözülebileceğini de biliyoruz. O yüzden hangi
işkolu olursa olsun, hangi zekâ ürünü, icat, hangi uzun yılların çabası olursa
olsun, hiçbiri böylesine rezil bir dünya yaratmanın gerekçesi olamaz! Haksızlıktan
şarkılarda söyleyince duygulanıyorsunuz da iş gerçeğe dönünce neden burun
kıvırıyorsunuz? Mutlaka bir üst sınır olmalı. Herkes yeteneğine göre,
kabiliyetine göre, zekâsına göre meslekte ve harcadığı çabaya göre adil
paylaşacak. Her alanda. Başka yolu yok!
Yorumlar