Beka, meka, adalet, madalet!




Ülke yönetimine neden talip olunur? Yani siyaset neden yapılır? Yaşadığı yer ve insanlar için hedefleri olan, geliştirmek veya değiştirmek istediği meseleler olan kişiler, daha çok “dava” diyerek kendilerini halka adadıklarından bahsederler.

Bu savunma çoğu zaman inandırıcı değildir. Çünkü ülkemizde olduğu gibi dünyada da politikacılar en az güven duyulan kişiler olarak öne çıkıyor. Çünkü siyasete atılan kişi aslında halkı için değil kendisi için çabalamakta, amiyane tabirle “kendi cebini doldurmakla” meşguldür. Hadi bunu az veya çok yapıyorlar ve onlar için öncelikli olan kendi bekaları ve geri kalan hiçbir şey umurlarında değil diyelim… Ülke yönetimine geldikleri ve çok güçlendikleri zaman nasıl bir topluma hizmet edeceklerini hesap ediyorlar? Buna herhangi bir hassasiyet gösteriyorlar mı acaba? Toplumdaki yoksulluk, eğitimsizlik, güvensizlik, güvencesizlik onları hiç mi rahatsız etmiyor?

Ülkemize bakalım: Türkiye’de son dönemde işsizlik, yoksulluk ve yüksek enflasyona sebep olan ekonomik kriz, demokrasi ve adalet sorunları, iyice derinleşen kutuplaşma ülkeyi iyice gerdi. Bunun da üzerine tek adam rejiminin özellikle İstanbul ve Ankara belediyelerini, dolayısıyla ekonomilerini kaybetmesi otoriter yönetimin iyice sertleşmesine sebep oldu. Böyle bir ortamda hayatın hangi alanında başarılı adım atılabilir dersiniz?

Nasıl bir ülkede yaşadığımızı anlamak için Kemal Kılıçdaroğlu’na şehit cenazesinde yapılan linç girişimine ve akabinde yaşananlara bakmamız yeterli. İktidar partisi Kürtlerin oyunu artık alamayacağını düşündüğü için MHP ile yakınlaştı ve birlikte toplumun bir bölümüne düşmanca söylemlerde bulunan bir siyaset güttüler. Çünkü artık Kürtler kendilerine değil başkasına oy verecekti, o yüzden onlara PKK’lı yaftası yapıştırmak oldukça kolaydı! Bu yolla iyice gerdikleri ülkede, artık terörün tek sebebini muhalefet olduğunu iddia edip, muhalefet mensuplarını “terörist sevici” olarak bile nitelediler. Bu argümanlarına en yetkili ağızdan “Şehit cenazelerine CHP’lileri almayın” talimatı da gelince kendisine vazife edinenler, Ankara Çubuk’taki şehit cenazesinde Kemal Kılıçdaroğlu’na tehlikeli bir linç girişiminde bulundular. Hâlbuki şehit bizim şehidimiz, ölen bizim evladımız, bu ülke de hepimizin.

Heyhat! Güvenlik önlemlerini alması ve olası olayların önüne geçmesi gerekenler, olayın ardından toplum vicdanı ve huzuru için gerekli soruşturmaları yapmaları lazımken, biz bambaşka şeyler konuşmaya başladık. “Oy alamadığı yerde ne işi var?” denildi. Bırakın yalnızca desteğiniz olan yere gidebileceğinizi düşünecek kadar toplumu kamplaştırdıklarını, bu sözlerin ülkede güvenliği sağlayamadıklarının itirafı olduğunu dahi fark edemediler. Israrla Kılıçdaroğlu’nun cenazeye katılacağının haber verilmediği iddia edildi ama habersiz olsa kaymakam karşılamaya nasıl geldi sorusuna cevap gelmedi!

Olaylara karıştığı için gözaltına alınan 8 kişi serbest bırakıldı. “O evi yakın” diye bağıran kadın için de herhalde partide çok güzel mevkiler hazırlanıyordur gibi bir espri yapar olduk ama direkt yumruk atan kişinin bu kadar erken salıverileceğini de doğrusu beklemiyorduk.
Yani anlaşılan bir tek yumruk yiyen suçlu. Sadece yumruk da değil. Adam öldürmeye teşebbüs, toplu bir linç girişimi, halkı kin ve düşmanlığa tahrik ne ararsan var. Aynısının hatırı sayılır birine olması durumunda neler yaşanacağını tahmin bile edemeyiz! Yani ülkede adalet dibin de dibinde. Adaletin olmadığı toplumların, ister Ortaçağ’da olsun ister uzay çağında tamamının çöktüğü her daim görülmüştür. Bu arada iyi haber: Türkiye yargı bağımsızlığı indeksinde 140 ülke arasında 111'inci sırada!

Şimdi siz, bu işi aklayarak benzerlerini teşvik ettiğinizin, herkesin can güvenliğini tehlikeye attığınızın ya farkında değilsiniz, ya da elinizdekileri kaybetmemek için son çare bulduğunuz bu çatışma ortamını bile isteye körüklüyorsunuz. Bu vaziyetle hiçbir iş başaramayacağınızı görmüyor musunuz?

Bakın, 23 Nisan TV programına katılan bir kız öğrencimiz hayali sorulduğu zaman “Almanya’da tıp okumak ve Alman vatandaşı olmak” demiş. Şaşırmayın, kızmayın! Çünkü siz ne yurttaş olma bilincini aşılayabilmişsiniz, ne hayal kurdurabilmişsiniz, ne kendini güvende hissedecek bir ortam sağlayabilmişsiniz. Sadece “yandaş olalım da yolu bulalım, partili olalım da davayı kazanalım, sorular gelsin de sınavı geçelim, torpil bulalım da işe yerleşelim” şeklinde ahlaksız kaygılar edindirebilmişsiniz. Geri kalanlara da çaresizliğin verdiği bir kaçış özlemi... 20 yılda yarattığınız işte bu! Çökmeye mahkûm eserinizle dilerseniz övünebilirsiniz! 



Şimdi ülke yönetiminde olanlar, suç oranının bu kadar artması, taciz ve tecavüzün ayyuka çıkması, eğitimsizlik ve geri kalmışlığın bu kadar derinleşmesi karşısında herhangi bir rahatsızlık hissetmiyorlar mı? Yoksa hallerinden memnunlar mı? Böylesi bir koca nüfusla gelişen dünya karşısında nereye kadar yol alabileceklerini düşünüyorlar? Vallahi yaptıkları açıklamalara bakılırsa hiç de şikâyetçi gözükmüyorlar. Fakat toplum ekonomik ve sosyal açıdan patlamak üzere! Böyle bir ortamda bu ülke, istediğinizi hedef gösterebileceğiniz, istediğinizi vatan haini ilan edebileceğiniz, istediğinize de alenen tehdit savurup, saldırtacağınız bir ülke olmayacak. O devirler artık geçmiş, bitmiş görünüyor! Kendi bekanız için gerdikçe, hakaret ettikçe, iftira attıkça kazanan da olmayacak. Bu yolla ya hep birlikte dibe gideceğiz, ya da halk artık gerçekleri görerek bu gidişe bir dur diyecek.

Yorumlar

Çok okunan

Adaleti düdüklemek!

Mirasın üzerinde tepinmek!

Hak Etmedik!