Nean Derthal’in Kamburu!



Paris geçtiğimiz ay 856 yaşındaki Notre Dame Katedrali’nin yanması dehşetini yaşadı. Tadilata alınan çatıda çıkan yangın, 8.5 saatte ancak söndürülebilirken, böylesi tarihi bir yapının yaşadığı faciayı dünya ağzı açık izledi.

Notre Dame’ın Fransa için olduğu kadar Katolik dünyası için de önemi büyük. Yılda 13 milyon ziyaretçiyi ağırlayan “Notre Dame de Paris”, Dünya Kültür Mirası’nın da en önemli noktalarından biri. Yapımı 180 yıl süren katedral, birçok tarihi figürün yargılandığı, Napolyon Bonaparte gibi önemli imparatorların taç giyme törenlerine ev sahipliği yapan, diğer büyük mabetler gibi siyaset ile din adamları arasındaki çatışmaların, entrikaların, cinayetlerin hatta toplu katliamların merkezinde yer alan bir nokta. 


Katolik dünyasının ve aslında tüm dinlerin; halkın ve kralların üzerinde etkilerini artırmak, güçlerini göstermek için çok büyük ve gösterişli mabetler inşa ettiğini biliyoruz. Esasında gerçek amacın sadece bu olduğunu söyleyebiliriz. Tıpkı geçmişte olduğu gibi… Aslında bugün, kültür mirası olarak gördüğümüz dünyanın en kanlı mabetlerinden bahsediyoruz. Bugünlerde camiye mi çevrilsin yoksa müze olarak mı kalsın tartışmaları içindeki Ayasofya gibi…

Ayasofya geçmişten günümüze bir ibadethane olmaktan çok, şehrin yaşadığı siyasi ve dini çekişmelerin merkezi olmuştur. Bunu anlamak için tarihine bakmak yeterli:
Roma İmparatorluğu döneminde Hipodromlarda yapılan atlı araba yarışlarında birbiriyle ezeli rekabet içinde olan iki grup vardı: Maviler ve Yeşiller. Sadece birbirinden ayrı takımlar değillerdi, aynı zamanda toplumsal kimlikleri ve statüleri de farklıydı. Maviler çiftçiler ve toprak sahibi köylülerden, yeşiller ise zanaatkâr ve tüccar şehirlilerden oluşurdu. Bazı oyunlar sonrasında şehirde çatışmalar çıkar, yağmalama olayları yaşanırdı. Bu çatışmalar bazen imparatorlara karşı ayaklanmalara bile giderdi.

İmparator Jüstinyen döneminde halkın hoşnutsuzluğu yüzünden şehir içinde olaylar çıkmış ve 7 kişi tutuklanıp idam cezasına çarptırılmıştı. Fakat infazlar yapılırken iki mahkûm, bağlı oldukları ipler koptuğu için kurtulmuşlardı. Çevredekilerin yardımıyla uzaklaştırılan mahkûmlardan birinin yeşillerden birinin mavilerden olması ilahi bir gücün işareti olarak yorumlanmış ve iki farklı grubun örgütlenip isyana kalkışmasına sebep olmuştu. O gün yarışlar bitmesine rağmen hipodrom boşalmamış, homurtular ve itirazlar yükselmeye başlamıştı. Halkın isteklerinin yerine getirilmemesi üzerine maviler ve yeşiller valilik binasına yürüdüler, mahkûmları serbest bıraktılar ve binayı ateşe verdiler. Yayılan ateş senato binasına ve Ayasofya’ya kadar ulaştı.

Ertesi gün Jüstinyen, halkı sakinleştirmek için yarışların devam etmesi emrini verdi ama isyan çoktan büyümüş, tüm şehre yayılmıştı. İmparatorluk askerleri ile isyancılar arasında çatışmalar başlamış, şehrin birçok noktası isyancıların eline geçmişti. “Nika (Zafer) isyanı” başarıya ulaşmak üzereydi. Jüstinyen şehri terk etmek üzere kendisini hazır bekleyen gemiye gidecekken, eşi Theodora tarihin akışını değiştirecek bir çıkış yaptı. İmparatoru, gerekirse ölümü göze alması ama tahtı asla bırakmaması konusunda ikna etmesiyle Jüstinyen isyanı bastırmaya karar verdi. Kanlı çatışmalar ile hipodromu ve çevresini tamamen kızıla boyayan katliam sonunda bazı kaynaklara göre 40 bin kişi öldürüldü. Roma’nın ve İstanbul’un gördüğü en kanlı gün olarak tarihe geçen bu olaydan sonra tahtını koruyan Jüstinyen, kimilerine göre bu katliam nedeniyle Tanrı’nın kendisini affetmesi için, kimine göre de katliamı unutturup sahip olduğu kudreti tüm dünyaya göstermek için yeryüzündeki en gösterişli mabedi inşa ettirmeye başladı. 532 ve 537 yılları arasında 5 yıl gibi kısa sürede 10 bin kişilik işçi ordusuyla tamamlanan üçüncü ve en büyük Ayasofya’yı gören Jüstinyen heyecanla: “İşte seni geçtim Süleyman!” diye haykırmıştır. Kudüs’teki Hz. Süleyman mabedini kastetmektedir. Tahtını korumanın yanında onbinlerce ölünün ne önemi var ki? Varsa yoksa güç, kudret, ihtişam!

Büyük masraflar ve hummalı çalışmalarla bitirilen kilise için Efes ve Artemis’ten Pagan mabetlerinin sütunlarının getirilmesi de oldukça dikkat çekicidir. Birçok ritüel, inanış ve simgelerdeki benzerlik de aslında dinler tarihinin hep bir öncekinin devamı olageldiğini gösteriyor.

Günümüz Ayasofya’sı ise tarih boyunca çeşitli ayaklanmalar, yağmalar ve yangınlar geçirip defalarca tahrip olmuştur. Ayasofya en büyük zararı ise 1204 yılında 4. Haçlı Seferi sırasında şehri ele geçiren Latinlerin yaptığı yağmalamada gördü. Ayasofya İstanbul’un fethin ardından camiye dönüştürüldü. Doğu Roma döneminde imparatorların taç giyme törenlerine ev sahipliği yapan Ayasofya’ya Osmanlı padişahları da her zaman gerekli önemi vermiştir. 1000 yıl boyunca dünyadaki en büyük katedral olma ünvanını taşımış, 916 yıl kilise 480 yıl cami olarak 1400 yıl boyunca açık olan tek ibadethanedir. İstanbul üzerinde emelleri olanlar için de onu elinde tutmak isteyenler için de her zaman simgesel bir merkez olmuştur.

Aslında bir güç ve iktidar göstergesi olarak zalimliğin en güçlü silahı bu mabetler bugün için korunması gereken birer kültür mirası görüyor ve sahipleniyoruz. Katilliğin kültürü mü olur, diyebilirsiniz. Haklısınız ancak insanlığın bıraktığı miras maalesef ki çoğunlukla kan, acı ve gözyaşından ibaret. Müzelerin çoğu neden savaşlarda kullanılan silah, kurşun, kılıç ve mühimmatla dolu dersiniz? Nasıl ki Nazi Toplama Kamplarının kalıntılarını koruyor ve ziyarete açıyoruz, insanlığın bir dönem nasıl çıldırdığını ve bunların bir daha yaşanmaması adına hatırlanması ve öğrenilmesi gerekir. Tabii bir dönem cennetten tapu satan Ortaçağ ‘aziz’lerinin, dinin hükümlerine aykırı buldukları bilim insanlarını, aydınlanmacı kişileri katleden kilise statükosunun, halkta korku ve baskı yaratarak oluşturdukları dev kaynakların üzerinde oturan ama çocuk taciz skandallarıyla çalkalanan rahiplerin de…

Katolik dünyası için “Kutsal Emanet” diyebileceğimiz tarihi eser ve kalıntıların korunması sevindirici ama konunun bir başka boyutu, Notre Dame’ın yanan çatısının tamiri. Tadilat bedelinin 150 milyon Euro olarak hesaplanırken, yapılan bağışların toplamı şimdiden 1 milyar Euro’yu aştı bile! Zenginler hemen bir bağış kampanyası başlattı. 91 milyar dolarlık serveti olan Loius Vuitton’un sahibi Berbard Arnault 200 milyon Euro, kozmetik devli L’Oreal 200 milyon Euro, petrol devi Total ise 100 milyon Euro bağışta bulundu. Halbuki tadilat masraflarının Louvre Müzesi tarafından karşılanacağı açıklanmıştı! Olsun, dostlar alışverişte görsün! Çalışanlarına gıdım gıdım maaş verip böylesi “hayır” işlerine gözünü kırpmadan milyar dolarları akıtanların amacı gerçekte nedir dersiniz?

Bir tarafta Sarı Yelekliler’in aylarca süren eylemleri ortadayken ne kadar da ilginç bir ironi öyle değil mi? Gelir adaletsizliğinin ortadan kalkmasını, fazla kazanandan fazla vergi az kazanandan az vergi alınması, yeni iş alanları açılmasını, engellilere yardımın artırılmasını, sınıflarda 25 öğrenciden fazla olmamasını, eşit sosyal güvenlik sistemini, emekli maaşlarının yükseltilmesini, devlet görevlilerinin maaşlarının ülke ortalamasına sabit tutulmasını, harcamaların denetlenmesini, eski cumhurbaşkanlarına ömür boyu maaş almamasını, vergi kaçakçılığının peşine düşülmesini, ve buraya dikkat çok önemli(!) en kazanç sınırı konulmasını ve 15 bin Euro olarak belirlenmesini Sarı Yelekliler sert müdahalelerle bastırılmıştı. Fransa hükümeti bu taleplere cevap vermemek için aylarca mücadele etmiş, muhtemeldir ki Notre Dame’a böylesi paraları akıtan kapitalistler de destek vermişti.

İtibardan israf olmaz diyenlerin, Diyarbakır’da kayyumum yönettiği belediye başkanının makam odasına yaptırdıkları dudak uçuklattı örneğin. Makam odası halka açılıp kameralara yansıyınca herkesi dehşete düşürdü. Belediyeyi yalnızca 2.5 yıl yöneten kayyumun makam odası bin için yapılan tadilatın toplam maliyeti 2 milyon 127 bin lira. 745 bin TL sadece mobilyalara harcanmış.

Kendi tahtını korumak için onbinlerce insanı gözlerini bile kırpmadan ölüme göndermekten bahsediyoruz. Birbirlerine türlü entrikalar ile kanlı darbeler yapan katillerden, demokrasi düzeyine kolay geçmedik ama bugün durum farklı mı? Din sömürüsü ile inançlı kimselerden toplanan devasa bağışlar, hangi şeyhin sultanlar gibi yaşamasına olanak sağladığı bilinmeyen su gibi akan paralar, şıhların dizlerinin dibinde eteklerini öperek geleceklerini inşa edenler, halk açlığa veya yetersiz beslenmeye, yoksulluğa mahkûmken gösterişli saraylarında oturanlar, aslında hepsi de Neandarthel’den öte ilkel insanlığın günümüze yansıması. Günümüzden 200 bin ile 28 bin yıl öncesine kadar yaşamış olan ilkel atalarımızdan pek bir farkımız yok gibi. İnsanlık üzerindeki bu kamburu hangi çağa geçtiğimizde atacak merak konusu.

Yorumlar

Çok okunan

Adaleti düdüklemek!

Mirasın üzerinde tepinmek!

Hak Etmedik!